NBA, Clippers'ın müthiş serisiyle çalkalanadursun, pek ilgi odağı olmadan güzel işler yapan ve kapasitelerinin sınırlarını zorlayan bir takım var Merkez Grubu'nda. Şu anda 16 galibiyet, 12 mağlubiyetle Doğu'nun dördüncü sırasında yer alan Milwaukee Bucks, gerçekten keyif verici bir basketbol oynuyor.
Kasım ayının sonunda oynadığı 6 maçın beşini kaybeden Bucks, Aralık ayıyla birlikte form grafiğini yükseltti ve bu dönemde 14 maçtan 9 galibiyet çıkardı. Üstelik bu galibiyetler arasında Boston (2), Brooklyn (2) ve Indiana gibi önemli takımlar da var.
Bucks'ın coşkusundan payını alan son takım ise Heat oldu bu sabah. Son şampiyon, Pistons'tan sonra üst üste ikinci kez kaybetti. Herhangi bir panik tuşuna basmaya gerek yok. Bu sezon genel bir rehavet durumu söz konusu -ki şampiyon olan takımlarda gördüğümüz bir olgu bu- ama istediklerinde ne kadar iyi bir takım olabildiklerini Noel gecesi bir kez daha gördük. Yıllar önce benzer bir tembelliği Pistons yapıyordu. Ama Heat'in ana grubu hala genç olduğundan Detroit'in yaşadığına benzer bir son yaşamaları yakın vadede pek olası değil.
Milwaukee ise hayli enteresan bir takım. İç-dış dengeleri yeterince iyi bir kurguya sahip değil. Boyalı alanda düzenli skor üretecek bir uzunları yok. Takım ağırlıkla Ellis ve Jennings'in yapacakları üzerine kurulu. Ersan İlyasova bu sezon tamamen kayıp ve Mike Dunleavy yavaş yavaş inişe geçmeye başladı. Ama takım olma konusunda ligdeki pek çok takımdan daha iyi bir noktadalar. Birlikte kazanıyor ya da birlikte kaybediyorlar. Takımda herkes Ellis ve Jennings'in hücum liderliğini kabul ediyor. Diğer oyuncular skora katkıda bulunmasa dahi oyunun diğer tarafındaki motaviasyonları azalmıyor. Ve onlara çokça yardımcı olan savunmaları da Ellis ve Jennings dışındaki 3 oyuncuyla başlıyor. Marquis Daniels ve Luc Mbah a Moute frontcourt'a fazlasıyla sertlik getiriyor. Arkadaki kalecileri Larry Sanders da an itibariyle ligin blok lideri.
Sıkı savunmaları rakiplerini zor atışlara zorluyor ki bu da Bucks'ın açık alana kolay çıkmasını ve rakip savunmayı dengesiz yakalamasını sağlıyor. Zaman zaman uyuklayıp, geri koşmayı unutan Heat'e karşı buradan çok ekmek yediler.
Bu sezon Miami'nin en düşük ilk yarı skorunda kaldığı beş karşılaşma içinde iki tane Bucks maçı var. Heat sabahki maçı da 85 sayıyla tamamladı. Bitime 3 dakika kala Spoelstra havlu atana kadar 70'lerdeydiler. Savunmaları Heat'i 21 top kaybına zorlarken (ki 18'i kendi çaldıkları toplardı) kendileri sadece 5 -şaka gibi- top kaybetti. Elinizde açık alanı çok iyi oynayan iki kısa ve Dunleavy gibi hep doğru işler yapan bir oyun zekası varsa, çaldığınız 18 top sonrası transition'da rakibinizi paramparça etmeniz pek zor olmuyor.
Bucks zaten şutlarının yüzde 40'ını hücumun ilk 10 saniyesi içinde atan bir takım.
Yukarıda tek cümleyle değindiğim konuya dönelim. Bucks'a dair en önemli eksilerden biri, hücumun tamamen dış oyuncuların üzerine yıkılmış olması. Şut deneme sayısı 1 numaradan 5'e doğru düzenli bir şekilde azalıyor. Bunun sonucuysa şu; kullandıkları atışların yüzde 67'si jump-shot. Yakın atış oranı sadece yüzde 25 ve bunların da ciddi bir bölümü içeriye penetre eden kısalara ait. Ancak hücumda sürekli hareketli olmaları, topun iyi dolaşması ve nadiren bir çift ele yapışıp kalması, verimsiz olmalarının önüne geçiyor. Rakip savunmayı challenge etmenin yolunu sürekli buluyorlar.
İlyasova eğer geçen sezonun ikinci yarısındaki performansına dönebilirse, hem PF'den bulacakları sayılar önemli miktarda artacak hem de rakip uzunlardan bir tanesi dışarıya çıkarılarak daha iyi bir floor spacing yaratılabilecek. Mbah a Moute, bu sabah LeBron'a beklenmedik bir sürpriz yaptı belki son çeyrekte ama genel olarak dışarıdan oynamayı çok tercih eden bir forvet değil. İlyasova'nın form tutması Bucks için uzun vadede ciddi bir öneme sahip kısacası. Hele ki benchten gelen sayılar da çok yüksek değilken.
Bucks sürekli koşan ve koşması gereken bir takım. Yoğunluklarını ve hızlarını düşürmeye tahammül edemezler. Üçüncü çeyreğin başındaki uyuşuk halleri maçı neredeyse Heat'e getiriyordu. Bu bölümde Bucks'ın ilk saha içi isabetini bulması yanılmıyorsam 11 şutu buldu. Geri kalan bölümde kendi tempolarına ve yoğunluklarına dönmeleriyse ibreyi yeniden lehlerine çevirdi.
"İkinci yarının başında birkaç turnike ve kolay atış kaçırdıktan sonra iki pota arasını yürüyerek kat etmeye başladık," diyor coach Scott Skiles. "Bu pek bizim oyunumuz değil."
Bucks'ın oyunu koşmak. Konsantrasyon sorunu yaşayan Heat'e karşı bu işi gayet iyi yaptılar ve ay içerisinde buldukları ritmi koruyorlar. Bakalım bu koşu nereye kadar sürecek...
Basketbol ayakkabısı hayranlığım 16-17 yaşlarında sona ermiştir sanırsam. Atlyapıda oynadığım dönemde istisnasız her yıl yeni bir ayakkabı alırdım. Profesyonellerin giydiklerine de oldukça dikkat ederdim. Yıllardır hiç umrumda olmuyor. Kim ne giyiyor bilmiyorum. İster istemez sadece bazı sporcuların hangi markalarla anlaşmaları olduğunu biliyorum, o kadar. Ama bu ayakkabı beni benden aldı!
Nike gövdesindeki Jordan markasının son ayakkabısı; Jordan XX8. Bugüne dek üretilmiş en hafif Jordan. 20 cm'lik yüksekliğiyle serinin en yüksek modeli aynı zamanda. Ancak sanki iki ayakkabı barındırıyor içinde. Bilek bölümünün tamamını kaldırmak zorunda değilsiniz. Fermuarın altında adeta diğer ayakkabı yatıyor.
Jordan Brand Ürün Geliştirme Bölümü'nden Josh Heard, "Ayakkabılar artık vücudunuzun bir parçası gibi olmaya başladı. Ayağınızda taşıdığınız ağır, geniş, kalın bir uzantı değil," diyor yeni tasarımları için.
Ayakkabıyı ilk kez Russell Westbrook giydi. OKC, Nets'i 117-111 mağlup ederken karşılaşmayı 25 sayı ve 9 asistle tamamladı Westbrook yeni cicileriyle.
Ayakkabıların müthiş evrimi devam ediyor. Muhtemelen eski zamanlardaki modeller de pek çok kişiyi kendine hayran bırakıyordu. Ama zamanın hızlı geçtiği aşikar...
Phoenix Suns hayli ilginç bir uygulamaya gidiyor. 6 Aralık'ta Dallas Mavericks'e karşı oynayacakları maçı "Satisfaction Guarantee Night" ilan ettiler. Suns'ın kazanıp kaybetmesinden bağımsız olarak, taraftarlar maçtan keyif almadığı takdirde paralarını geri alabilecek. İlginç bir uygulama. Oldukça da riskli. Sonuçta bunu ölçecek bir kriter yok.
Suns organizasyonu, bu kararı Bulls'a uzatmada 112-106 yenildikleri maç sonrası almış. "Taraftarlarımız, kaybetsek bile salondan mutlu ayrılıyor," diyor takım başkanı Jason Rowley. "Normalde kaybettiğinizde taraftarlar mutsuz olur. Ama bizde öyle değil."
Steve Nash'in ayrılmasından sonra taraftar çekmekte zorlandıkları aşikar. Suns bu sezon maçlarını ortalama 15 bin kişiye oynuyor. 1992'den beri karşılaştıkları en düşük rakam. Goran Dragic henüz Kevin Johnson, Steve Nash ve Jason Kidd etkisi yapabilmiş değil!
Charlotte ve Hornets... Yeniden?
New Orleans Hornets'in son sahibi Tom Benson'un takımın adını değiştirmek istediği, Louisiana eyaletine daha uygun bir isim düşündüğü biliniyor. Charlotte Bobcats'in sahibi Michael Jordan ise, New Orleans'ın Hornets ismini bırakması halinde bu durumu değerlendireceklerini söyledi. Söylenene göre Charlotte halkı da Hornets ismine sıcak bakıyormuş. Doğal olarak.
Noel Hediyesi
Diz sakatlığı yüzünden bu sezon tek bir maç bile oynayamayan Amar'e Stoudemire, dönüş tarihi için Noel gecesini planlıyormuş. 25 Aralık gecesi Staples Center'da Lakers ile oynuyorlar. Çok heyecanlı.
On Fire
Lakers, Denver'ı D'Antoni formatında bir skorla geçerken, sezon başında benchin skor gücü artırması için kadroya dahil edilen iki adam; Antawn Jamison ve Jodie Meeks adeta yanıyordu. Jamison 13/19 saha içi isabetiyle 33 sayı ve 12 ribaund yaparken, Meeks de 7/8 gibi çılgın bir üç sayı isabetiyle 21 sayı üretti. Ki sezona nasıl başladıklarını da unutmamak lazım. "D'Antoni bana ve takım güven kazandırdı," diye konuşuyor Meeks. "Boş olduğunuz anda şut atabilirsiniz diyor."
Lakers benchinden iki oyuncunun aynı anda 20 sayı üzerine çıktığı son maç 1998'de oynanmış. Benchten gelip o önemli skor katkısını yapan iki oyuncudan biri, henüz ligde ikinci sezonunu geçiren Kobe Bryant'mış.
Lakers ayrıca tam 17 üçlük attı Nuggets'a karşı. Kulüp rekorunu egale etmiş oldular. Maçın son saniyelerinde 17. üçlüğü atan oyuncu ise biraz sürpriz; Dwight Howard.
Sakin
Rondo'nun bir anlık siniri, müthiş 10+ asist serisinin 37 maçla sınırlı kalmasına sebep oldu. NBA tarihinde ikinci sırada kaldı. John Stockton'un serisini egale etmişti son maçta. İkinciliği paylaşıyorlar artık. Zirvede 46 maçla Magic Johnson var. Stockton 37 maçlık serisini 89'da yapmıştı. 92'de de bir 29 maçı var.
Rondo'nun atılmasına sebep olan olay:
"O takım"
Wizards, Blazers maçına 0-12 geliyordu. Blazers coachu Terry Stotts, "O takım olmak istemiyoruz" demişti maçtan önce. Wall'suz Wizards gerçekten çok kötü. Gerçi Wall ile de müthiş bir değişim göstermemeleri olası. Ancak Blazers'ı 84-82 yenerek bu sezonki ilk galibiyetlerini almayı başardılar. Blazers da Wizards'a ilk galibiyet sevincini yaşatan "o takım" olmayı başardı!
"NBA tarihinin en kötü takımlarından biri olmak istemiyoruz," diyor Chris Singleton. Bobcats'in geçen sezonki galibiyet oranının altına düşmek kolay değil. Wall döndükten sonra da o oranı geçmeleri sürpriz olmayacak.
Sıradan bir maç
James Harden, Oklahoma City'e dönüşünü böyle "Herhangi bir maçtan farksız olacak" diye özetlemişti. Ancak üzerinde çok ciddi bir baskı olduğu hem performansından hem de maç sonunda söylediklerinden belli oluyor her haliyle. Rockets, Thunder'a 120-98 kaybederken, Harden kabus gibi bir gece geçirdi. 3/16 saha içi isabetinde (yüzde 18.8) kaldı. Maç sonunda ise kötü performansına rağmen rahatladığı belli oluyordu: "Bu maç nihayet sona erdiği için mutluyum. Artık sezona devam edebilirim." Tanıdık çemberler
Knicks, Bucks'ı deplasmanda 102-88 yenerken Steve Novak yine yanıyordu. 5/7 üç sayı atan keskin şutör, maçı da 7/10 saha içi isabetiyle kaydettiği 19 sayıyla bitirdi.
Novak, Marquette Üniversitesi mezunu. Okul, maçlarını Bucks ile aynı salonda oynuyor. Yani 4 sezonunu Bradley Center'da geçirmişti Novak. Sıcak şut performansıyla ilgili şöyle söyledi maçtan sonra: "Bu çemberleri tanıyorum. Daha önce birkaç şut atmışlığım var!"
Lakers yüzde 50'nin üzerinde bir türlü dikiş tutturamadı henüz. Bu sabaha karşı Pacers'a karşı resmen Mike Brown basketbolu oynadılar. 76 hücumda ancak 24 isabet ve sadece 77 sayı. Eğer bu onların sezon ortalaması olsaydı, ligde en verimli hücum eden 17. takım olacaklardı. D'Antoni, ağrı kesicilerin dozajını artırmak durumunda kalabilir.
Pacers'ın son beş sezonun tamamındaki en skorer ismi Danny Granger. Onun sakatlığında hücumda oldukça sıkıntı çekiyorlar. Lakers'ın yüzde 31'lik saha içi isabetine karşı 36'nın üzerine çıkamadılar. Fakat David West'in 8 asisti bazı tıkanıklıkları giderdi. Ancak Lakers, son dakika içinde önce Howard, sonra Artest ile peş peşe 4 serbest atış kaçırmasa, işler farklı olabilirdi.
Grip?
İtiraf edin... Kobe'nin grip olduğunu öğrendiğinizde hiçbiriniz oynayacağından şüphe etmediniz. El tendonundaki kopuk, beyzbol topu gibi şişmiş bir diz, ayağındaki acı, bitme noktasına gelen diz kıkırdağı gibi şeyler Kobe'yi durdurmaya yetmedi bugüne dek.
Pacers'a karşı da hasta haliyle 40 sayı, 10 ribaund, 3 asist ve 3 top çalma yaptı. Kenara geldiğinde yere yatıp kestiriyordu. Düşünün halini.
Ancak enerji seviyesi hayli düşmüşken, hasta olmadığı zamanlarda yapmaya çalıştığı şeyleri yapmakta ısrar etti ve bu da 10 top kaybı yapmasına neden oldu. Default triple-double esprisi de yaptım sayın.
Ben tek siz hepiniz!
Kobe, Lakers tamamen ritim dışı ve enerjisiz oynarken, Pacers'a karşı tek başına direnmeye çalıştı. 77 sayının 40'ını o attı. Kara Mamba, 12/28 ile hücum ederken, takımın geri kalanı 12/48 gibi rezalet bir yüzdede kaldı. Bench ise toplam 5 sayı atabildi.
Bir de Darius Morris fenomeni var. Pozisyonuna göre harika bir fiziği var ve bu yüzden pek çok kişi kendisinin önemli bir oyuncu olacağına inanıyor. Ama her şeyi geçtim, bir oyun kurucu için rezalet bir karar mekanizmasına sahip. Dün üçe biri bile berbat kullanabileceğini gösterdi. Ayrıca 22 dakikada 0/3 üç sayı (ki biri bomboş pozisyonda çembere dahi değmedi), toplamda 0/6 saha içi isabeti, 1/4 serbest atış isabeti, 1 sayı, 0 asist yaptı. Nash? Gatsby?
Gasol
İspanyol hakkındaki takas iddiaları her maç sonrası daha da güçleniyor. Tutarsız oynamaya, sürekli enerjisiz ve bitik görünmeye devam ediyor Gasol. Geceyi 2/9 ile noktaladı. Üçü ilk çeyrekte olmak üzere tam 5 blok yedi. Lakers, Nash'in dönüşünü bekleyecek. O kesin. Ama Gasol iyiden iyiye azalan kredisini çok kötü kullanıyor.
JoeJoe Style!
Biz NBA fanları maç izlemeyi ne kadar seviyorsak, Joe Crawford da teknik faul çalmayı o kadar çok seviyor. Ama Pacers'a büyük haksızlık etti. Kobe'nin bir top kaybı sonrası dörde bir hücuma çıktıklarında oyunu durdurdu ve gerilerde söylenen Kobe'ye teknik faul çaldı. Bunu hücum sona erdikten sonra yapmalıydı.
Maçın son bölümünde çok kritik bir düdük çaldı Crawford. Rahat Staples Center bile önemli bir uğultu çıkardı. David West'e hücum faul çalabilirdi ama düdük savunmaya çıktı. Yalnız kararı gösteriş biçi efsanevi. İzlemeyi sakın ihmal etmeyin.
Canavar
Kevin Love'un bir canavar olduğunu biliyoruz! Sakatlıktan harika döndüğünden de şüphemiz yok. Bu sabah da çılgın bir istatistik yaptı. Daha 3. çeyrek sonunda 21 ribaundu vardı. Maçı 23 sayı ve 24 ribaundla tamamladı. Seazonun ilk 20-20'sini izledik. Şu ana kadarki rakamları 24 sayı, 16.5 ribaund, 1.8 asist.
İltifat - "He's a man's man and that's the ultimate compliment I can give to him."
Anlamı bozulmasın diye çevirmeden yazdım ama galiba Rick Adelman, Elton Brand için "adam gibi adam" demiş ahah
Sacramento Kings birkaç gün önce Lakers'ı yenerek sükse yapmış olabilir. Ama şehir ile takım arasındaki bağlar her zamankinden daha zayıf görünüyor.
Aslına bakarsanız, Sacramento halkı NBA'deki en ateşli ve takımına en bağlı seyirci gruplarından bir tanesi. Ancak son dönemde yaşadıkları, tüm heyecanlarını ve heveslerini kaybetmelerine neden oldu.
Kings'in maçlarını oynadığı Sleep Train Arena veya eski ve popüler adıyla Arco Arena, günümüz şartlarının gerisinde bir salon. Kapasitesi NBA normları için oldukça düşük ve Kings'in sahibi Maloof ailesini maddi anlamda tatmin edecek olanaklara sahip değil. Maloof'lar bu nedenle şehirden yeni bir salon inşası için fon talebinde bulunmuştu. İlk etapta yeterli maddi imkan yaratılamadı. Herkes Kings'in şehirden ayrılacağını düşünürken devreye eski bir NBA yıldızı girdi. Günümüz Sacramento şehri belediye başkanı, 90'lardan Phoenix Suns formasıyla hatırladığımız Kevin Johnson, yeni bir salon projesi için uzun süre uğraştı ve nihayetinde hem şehir konseyini hem de Maloof kardeşleri tatmin eden bir proje üzerinde anlaşıldı.
Gavin Maloof 'un bu sevinci uzun sürmeyecekti
Gavin Maloof, anlaşmanın sağlandığı toplantı çıkışı göz yaşlarını tutamadı ve Sacramento şehrinde kalacak olmaktan duyduğu memnunhiyeti dile getirdi. Ligde iyi bir dönem geçirmeyen Kings, anlaşma sonrası yakaladığı heyecanla oynadığı ilk 8 maçın beşini kazandı.
Ancak proje, Kevin Johnson başta olmak üzere Kings'i şehirde tutmak için uğraşan insanların verdiği tüm emek yaklaşık bir ay sonra boşa çıktı. Maloof ailesi, projedeki bazı ödeme şartlarında son anda anlaşmazlık çıkarınca tüm planlar altüst oldu. David Stern de, Maloof'ları açık bir şekilde eleştirdi.[1]
Proje nisan ayında suya düştükten sonra Kings'i şehirde tutmak adına pek bir gelişme yaşanmadı. Bu durum şehrin takıma olan yaklaşımına da doğrudan yansımış durumda. Kings maçlarında tribünlerde ciddi boşluklar görülüyor ve gelen seyirci de eski coşkusunda değil.
Bu sezon itibariyle NBA'deki en düşük seyirci ortalamasına oynuyor Sacramento Kings. Takım nispeten daha iyi oyunculara sahip olmasına rağmen, doluluk oranı geçen yılın bile altında. Güzel bir tablomuz var. Bakalım...
Maloof ailesini mutlu edecek bir tablo kesinlikle değil
Diğer taraftan ise, sessiz ve derinden gelen bir ekip var. Takımlarını tam olarak aynı sebepten Oklahoma City'ye kaptıran Seattle şehri, bir NBA takımına yeniden ev sahipliği yapmak için var gücüyle çalışıyor. İşadamı Chris Hansen'ın önderliğinde yaratılan $490 milyon değerindeki proje kısa bir süre önce onaylandı.[2] Hansen, San Fransisco'da yaşayan bir Seattle yerlisi. Supersonics zamanlarından takımın sıkı bir fanı ve Facebook'un ilk yatırımcılarından bir tanesi.
Şu anki Thunder, Seattle'dan Oklahoma City'e taşınırken, maçlarını oynadığı KeyArena ile arasındaki kira sözleşmesini bitirmek karşılığında "Supersonics" ismini şehre bırakmayı kabul etmişti. Kendilerine yeni bir isim seçmelerinin ana nedeni bu.
Geçtiğimiz yaz... Hansen halka salon projesini anlatırken
Seattle'daki yeni salon yarın sabaha inşa edilmiş olmayacak. Ancak çok uzak olmayan gelecekte bir NBA takımına yeniden sahip olabilirler. Bu takım Kings olabilir mi? İhtimal hiç de düşük değil. Peki şehre taşınacak takım, adını değiştirip Supersonics'i alır ve efsane yeniden canlanır mı?
Barney Stinson ile yeni bir köşeye başlıyoruz! Bu başlık altında, neler olmuş, neler bitmiş kısa kısa toplarım belli aralıklarla.
Rondo Geliyor!
Boston, OKC'yi 108-100 yenerken Rondo 10+ asist serisini 36 maça çıkardı. Bir maç sonra John Stockton ile aynı sayıya ulaşacak. Onu tepede bekleyen isim peş peşe 46 maçla Magic Johnson. Kafasını asistlere biraz fazla takmış gibi görünüyor ama yadırganacak bir şey değil. Muhtemelen kim olsa rekora fazlasıyla odaklanırdı.
Neredesin Gasol?
Pau Gasol, iki maçtır adeta 2011 playofflarına dönmüş vaziyette. Ayakları gitmiyor, kolları kalkmıyor, yüzü hep düşük. Kısacası işler hiç iyi değil İspanyol için... Ve tabii Lakers için. Kings maçında adeta dibinden geçip giden ribaundlara kolunu bile kaldıramadıktan sonra Grizzlies maçında da döküldü. 3/8 ile sadece 6 sayı ve 3 top kaybı yaptı.
Gasol topla pota altında daha fazla buluşmak istediğini söyledi maçtan sonra. Mike D'Antoni, klasik post-up oyununun verimsiz olduğunu düşünüyor. Takımın başına geçtiğinden beri Dwight Howard'a bile top inmiyor. Bu da Lakers için sorun yaratacak bir diğer konu aslında. Ve başlı başına ayrı biraz yazı konusu.
D'Antoni'nin kendi tarzına kıyasla Lakers'ta yarı sahaya daha fazla odaklanan sisteminin iyi işlemesi için hayati bir parça Gasol. Ancak bu şekilde oynamaya devam ederse, 22 Şubat sabahı başka bir şehirde uyanması muhtemel.
Parsonsanity!?
Houston gece New York'u mağlup ederken sezon başındaki basketboluna dönmüş gibiydi. Ancak bu kez kalpleri çalan, rakibin aklını alan isim Chandler Parsons oldu. Genç oyuncu (şimdi dikkat) 13/17 gibi insan algısının sınırlarını zorlayan bir yüzdeyle 31 sayı üretti. Bunun yanında da 5 ribaund, 4 asist, 4 top çalma, 1 blok ve 0 top kaybı... Gerçekten muazzam rakamlar.
Lin, Knicks'e karşı medya baskısını fazlasıyla hissederken takım arkadaşına daha iyi yardım edemezdi doğrusu. Diğer yandan Ömer Aşık da 18-14 yaptı.
Finley Dönmek İstiyor
Rasheed Wallace'ın basketbola döndükten sonra beklentilerin hayli üzerinde performans göstermesi Michael Finley'i cesaretlendirmiş olabilir. 39 yaşındaki Finley, yazdan beri bireysel antrenmanlar yapıyormuş ve basketbola dönmek istiyor. Menajerinin bazı görüşmeler yaptığı konuşuluyor. Bakalım kendisine şans veren olacak mı...
Rajon Rondo'nun müthiş asist serisi devam ediyor. An itibariyle tam 34 maçtır 10 veya daha fazla asist yapıyor.
NBA tarihinde rekor aralıksız 46 maçla Magic Johnson'a ait. Onu takip eden oyuncu ise 37 maçla John Stockton. Rondo çok kısa bir süre içinde bir üst basamağa çıkabilir.
Ancak dün gece önemli bir engele takılmak üzereydi. Celtics, Pistons'a karşı beklenmedik ve farklı bir mağlubiyete doğru giderken, Rondo çift hanelere çıkamama tehlikesiyle yüzleşiyordu. Coach Doc Rivers, ilk beş oyuncularını kenara alsa da, serisinin bozulmaması için Rondo'yu sahada tutmaya devam etti. Bitime 1:38 kala aldığı molada da takıma şöyle demiş: "Çocuklar bu maçı kaybediyoruz. Abartmadan Rondo'ya bir asist yaptırabilirsek güzel olur. Olmazsa da ne yapalım."
Rondo'yu çift haneye mola dönüşünde ulaştırdılar. Sullinger sağolsun. "Arkanızı kollayan bir coachunuzun olması çok güzel bir şey," diyor Kentucky çıkışlı guard.
Tabii bu durum Rivers'ın eleştirilmesine sebep oldu. Celtics, son 10 gündeki 7. maçını oynuyordu ve çift haneye çıkması için oyunda tuttuğu Rondo'nun sahada 39 dakika kalmasına sebep oldu. NBA.com, maç sonrası "notebook" bölümünde bu hamleyi "Gecenin kötü hareketi" olarak seçti.
Pek istenen bir durum değil belki ama çok önemli bir kategoride ilerliyor Rondo ve Rivers'ın ona böyle bir "asist" yapması fena olmadı doğrusu. Hem ilişkilerini daha da güçlendirecek bir hareket.
Çok önemli bir şey değil bence. En azından şöyle bir gece yaşanmadı:
Andrew Bynum'ın sorumsuzlukları artık kimseyi şaşırtmıyor.
Yaz sonunda dizinden geçirdiği operasyonun ardından Ekim ayının ikinci yarısında sahalara dönmesi beklenirken, birkaç antrenman sonrası ağrıları artmış ve dönüş tarihi Aralık ortalarına ertelenmişti... Şimdilik.
Bu gerilemenin Bynum'un yeni bir sorumsuzluğuna dayandığı söyleniyor. İddiaya göre bowling oynarken dizinde ek bir hasar meydana gelmiş. Tam da Bynum-vari bir davranış... Doktorlar kıkırdak dokusunda zayıflık tespit etmiş.
25 yaşındaki pivotun saha içi ve dışında pek çok saçma hareketine şahit olduk bugüne dek. Aracını otoparkın engelliler için ayrılmış bölümüne bıraktı ve ceza aldı. Porsche 911'i le bir otobanda hız sınırını aştığı için cezaya çarptırıldı. Tam bir gün sonra, aynı yoldan geçerken yine hız sınırını aşarken yakalandı ve bir ceza daha aldı.
Sezon bitiminde ameliyat olması gerekiyorken, Dünya Kupası maçlarını izlemek için Güney Afrika'ya gitmek istedi. Bu şekilde ameliyatı gecikti (bu sürede dizindeki hasarın artmış olması muhtemel) ve sezon başına yetişemedi.
Ama şimdi çocuğun hakkını verelim. İlk diz ameliyatı sonrası bu şekilde ağırlık çalışıyordu!
Meşhur saç kesimini de görmüşsünüzdür. Ama görmediyseniz işte böyle muhteşem(!) bir şey.
Geçen gün bir yerde hayli komik bir şey okudum, ESPN'deydi galiba. Şöyle yazmışlar: "Bynum yeni saç modeliyle dikkatimizi dağıtıp sakatlığını konuşmamıza engel olmaya çalışıyor!"
Lakers'ı hayli bezdirmişti Bynum. Umarım aynı şeyi Philly'de de yapmaz.
Lakers organizasyonunda işlerin bundan
böyle Mike Brown döneminden farklı olacağı kesin. Mike D’Antoni takımla daha
tek bir maça bile çıkmadan bunun işaretlerini sundu. Brown ipleri sürekli
elinde tutmak isteyen, çalışma azmi zaman zaman takıntıya dönüşen bir coachtu.
Bu nedenle veteranlarla dolu Lakers kadrosunu biraz sıkmıştı. D’Antoni ise
oldukça rahat bir isim. Kendisiyle dalga geçme olgunluğuna da sahip.
Mike Brown’dan sonra Lakers’a
yakın herkes Phil Jackson’u istiyorken, Buss ailesinin D’Antoni ile anlaşması
büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Takım Brown’dan D’Antoni’ye yükselmiş değil
de, İtalyan’dan Phil Jackson’a düşmüş gibi bir algı oluştu.
“Lakers taraftarı çok yakın
dostlarım var. Hepsi işi Phil Jackson yerine benim almış olmama üzüldü,” diye
konuştu D’Antoni. Hayli esprili bir yaklaşım. Ama asıl bomba savunma konusunda
geldi.
“Bazı insanlar soyadımdaki D’yi
atıp bana Mike Antoni diyor. D’siz.”(D, savunma anlamına geliyor. Yani “savunmasız”
Antoni)
“Dwight Howard’ın D’sini alıp
kendi adıma koyacağım.”
Belki espri yapıyor ama Dwight
Howard’ın savunma performansına fazlasıyla ihtiyacı olacak.
Hemen bazı güzel, cicili bicili istatistiklere
bakalım:
Lakers'a karşı rakip takımların üretimi
Rakiplerinin Lakers’a karşı en verimli
olduğu pozisyon uzak ara oyun kurucu mevkii. Atışlarının bile en büyük bölümü
oradan. En azı ise pivot mevkiinden (neden acaba!?) Sağlıklı olduğunda oradaki
sürenin büyük bölümünü alacak Steve Nash, savunmada Derek Fisher seviyesine
geliyor iyiden iyiye. Eh, Blake, Morris ve Duhon aynı anda oynasa bir tane elit
savunmacı etmiyor. Bu nedenle çemberi savunacak, penetrecileri caydıracak bir
Dwight Howard, gerçekten soyadındaki D harfini coacha verebilir! Ancak henüz
atletizmi geçen yılki seviyesine gelmedi. En az bir ay daha var diyorlar önünde.
Göreceğiz.
Peki D’Antoni oyunun savunma
yönünde gerçekten çok mu kötü?
Phoenix Suns, Run & Gun
yıllarında ligin fazla sayı yiyen takımlarından biriydi. Ancak bunun ana
faktörü, takımın süper hızlı temposunun maçtaki şut miktarını ve pozisyon sayısını
artırmasıydı. Suns, D’Antoni zamanında savunma verimliliğinde[1] hep
ortalama bir takım oldu. İlk 15 dışına çıkmadılar, 13’ün de üzerini
göremediler. İtalyan coachun Knicks’teki son sezonunda ise 10. sıradaydı takımın
savunması.
Kobe Bryant bu durum hakkında pek
endişe taşımıyor gibi. “Phil Jackson zamanında senede üç defa falan savunma
çalışırdık,” diyor Kara Mamba.
D’Antoni’nin savunma için bir
çözümü var. Olimpiyat takımında birlikte asistan coach olarak çalıştıkları
Seattle ve Portland’ın eski coachu Nate McMillan’ı savunma koordinatörü olarak
istiyor kendi ekibinde. McMillan’ın takımları ligin görece az sayı yiyen
takımlarından biri oldu her zaman. Ancak bunun da asıl sebebi tempo. Kendisi
çok yavaş bir hücum sistemini tercih ettiği için maçtaki pozisyon sayısı da az
oluyordu. Çok ideal bir çözüm olmayabilir.
Yukarıda da değindiğim gibi
takımında bu kez Dwight Howard diye bir kaleci var. Atletizmini geri
kazandığında savunmadaki pek çok sorunları gidereceğine hiç şüphe yok. Zaten D’Antoni’nin
savunma dışında kafa yorması gereken bir sürü sıkıntısı daha olacak.
Öncelikle Phoenix’teki tempoda
basketbol oynamasına imkan verecek bir kadro yok Lakers’ta. Knicks’teki tempodan
bile yavaş oynayacaklar. Hücum, Nash ve Howard’ın ikili oyunları üzerine kurulu
olacak. Nash geçen yılı pozisyon başına üretilen asist miktarında uzak ara
birinci, asist liderliğinde de ikinci sırada bitirmişti ama bu seneye hiç iyi
başlamadı. Sakatlığının durumu hala çok net değil ve eski Nash’i bir daha
görememe ihtimalimiz var. Geriye kalan oyun kuruculardan Blake ve Morris, koş koş
oyuna hiç uymuyor. Yarı sahada iyiler diye anlaşılmasın bu. Orada da kötüler. D’Antoni,
Knicks günlerinde Duhon’dan fazlasıyla verim almıştı ama son iki yılı o da çok
kötü geçirdi.
Sistemin iyi çalışmasını
sağlayacak şutörlerden de yoksun Lakers. Takımdaki en iyi şutör Steve Nash.
Unutmayalım: Kendisi o şutları atması değil, başkalarına hazırlaması gereken
adam!
Lakers’ın iki uzunla oynaması,
kadronun genelinin ağır ve yaşlı olması, D’Antoni’yi yarı saha basketbolu
ağırlıklı bir düzen oluşturmak zorunda bırakacak. Olimpiyatlarda beraber çalıştığı
Kobe, onun için “hücum dâhisi” dese de neler olacağını zaman gösterecek.
Gasol’u takas ederlerse de kimse
şaşırmasın bu arada.
Bench de ayrı bir mevzu. D’Antoni,
Suns günlerinde az adam kullanmasıyla eleştiriliyordu. Bu defa benzer bir lüksü
yok.
Şu tabloya bir bakalım:
Lakers’ın yaşlı, yorgun ve
sakatlık problemleriyle boğuşan ilk beş oyuncularının, toplam sürenin çok ama
çok büyük bölümünü aldığını görüyoruz. Bu oran diğer takımlarda genelde daha
düşük. Toplam sürenin yüzde 70’i
kadarını alan genelde bir iki oyuncu oluyor en uç örneklerde bile.
Diğer yandan benchin, şans
bulduğu sürede oyunu dengede bile tutamadığını görüyoruz. Onlar sahadayken
Lakers skorda ciddi anlamda geride. Pozisyon başına atılan sayı miktarı hızla
düşerken, yenen sayı ciddi oranda artıyor.
Kenardan skor katkısı yapması
için takıma dahil edilen iki isim; Jamison ve Meeks şu ana kadar hiçbir şey
yapmadı. Jamison, Kurt Thomas’tan bile daha az enerjik bir görüntü sergiliyor.
Meeks ise sürekli kas katı. Topu eline aldığı anda çembere atıyor ama isabet
oranı yüzde 26 civarı. Topu yere vurduğu anda da salondakilere kalp krizi
geçirtiyor. O da ayrı dert.
D’Antoni ne yapıp edip, benchten
verim almak zorunda. Yoksa sezon sonunu getiremeyecekler.
Yukarıda Jamison için enerjiden
bahsettim. Biraz daha genel konuşayım… Lakers seyircisi ligdeki en kötü seyircilerden
biri, buna şüphe yok da, şu an efsane boyutta kötüler. Salonda hiçbir enerji
yok. Takımı itecek hiçbir güç yok. Spurs ile oynadıkları maçtan sonra Tim
Duncan şöyle dedi: “Bugün binada neredeyse hiç enerji yoktu. Biz artırmaya
çalıştık ama bina ölüydü.” Timmy buna belki bir defa şahit oldu ama Lakers’ın
tüm maçları aynı atmosferde geçiyor.
D’Antoni’nin -her ne kadar diğer
takımlarındaki kadar olmasa da- takımı daha hızlı oynatacağını düşünürsek,
belki biraz kıpırdanırlar.
Los Angeles medyasında yaş
ortalaması yüksek, bazı saygın yazarlar daha D’Antoni takımla çalışmaya
başlamadan onu karalamaya başladı. Phil Jackson diye tutturmaya devam
ediyorlar. Magic Johnson zaten kafayı yedi[2]. İşler kötü gittiğinde -ki kısa
vadede düzelmeyecek- Staples Center’da “We Want Phil” tezahüratları duyabiliriz
yeniden.
Bir takımın adı Lakers ise, final
bile asla tatmin edici değildir. D’Antoni’nin önünde gerçekten çok zor ve
stresli bir dönem var. Kobe’nin bahsettiği o dehasını konuşturup, herkesi mutlu
etmesi gerekecek. Ama Phil Jackson’un son sezonunda başlayıp, Mike Brown ile
devam eden o müthiş sıkıcılığı aştığı takdirde bence eleştiriler ciddi oranda
azalacak.
Mike Brown yolcu oldu. Lakers coach
arayışında. Akla gelen ilk isim kim? Bu da soru mu? Tabii ki Phil Jackson. Zen
Master her ne kadar 2011 baharında emekli olduktan sonra basketbola asla dönmeyeceğini
yineleyip dursa ve gelen teklifleri geri çevirse de, burada Lakers’tan
bahsediyoruz. Her coachun ağzının suyunu akıtacak bir kadro… Sene başında Nash
ve Howard takıma katıldığında, Jackson, Lakers’a dönmek isteyip istemeyeceği
sorularıyla herhalde bir sekiz yüzüncü kez muhatap olmuş ve yine olumsuz cevap
vermişti. Ancak bu kez işler farklı. Lakers umutsuz bir şekilde coach arıyor.
İlk tercihleri Phil Jackson. Ve para, Buss ailesi için asla sorun olmadı.
Fakat…
Ortada bazı soru işaretleri var.
Emeklilikten duyduğu memnuniyeti
defalarca dile getiren Jackson basketbola dönmeye ne kadar sıcak bakıyor?
Kariyerindeki son sezonu hatırlayın, playoff’ta Mavs’e süpürüldükleri… Jackson
heyecanını tamamen yitirmiş haldeydi. Enerjisi tükenme noktasındaydı ve
kariyerinin en iyi sezonunu geçirdiğini söylemek için iyimserlik dozajınızın
tavan yapması lazım. Basketbolu ne kadar özledi? İçindeki ateş yeniden
alevlendi mi? İşin en can alıcı kısmı bu.
Sağlık sorunları da cabası. Dizi
ve belinde önemli sorunlar vardı. Lakers’ın başına geçmesi halinde sağlığı onun
ne kadar ileri gitmesine izin verecek, belli değil. Deplasmanlardan muaf olmak
gibi bir talebi olabileceği söyleniyor.
Hazırlık kampları, coachlar için sistemlerini
oturtmak adına yılın en önemli dönemidir. Jackson, sezon ortasında takımın
başına geçerse Üçgen Hücum’u nasıl yerleştirecek? Lakers’taki son sezonundan
geriye kalan, Üçgen’i bilen sadece 5 oyuncu var takımda. Takımın bu sistemden
çok daha az karışık olan Princeton’da bile nasıl zorlandığını düşünürsek,
efsane coachun bu duruma bakış açısı çok da olumlu olmayabilir. Üstad Tex
Winter da yok. Jackson'dan “Nerede o eski günler?”
diye bir hayıflanma duyabiliriz.
Phil Jackson ile Jim Buss’ın
arası hiçbir zaman iyi olmamış. Jackson bunu coachluğu bıraktıktan sonra
söylemişti. Görünür herhangi bir sorunları yok gibiydi ama aralarındaki
iletişim çok zayıfmış.
Dwight Howard, Üçgen Hücum’a pek
uygun değil. Steve Nash ise hiç değil. Howard’ı bir şekilde monte ederler de,
Nash’in kendi adına çok şeyden vazgeçmesi gerekecek. Bu durum da Jackson’un
kararında etkili olabilir. Heh, bir de bench var. Daha doğrusu yok! Benchten
gelip oyuna ağrılığını koyabilecek bir veteran yok bu kez. (Bkz: Lamar Odom)
Bu etmenler Jackson’un
basketboldan uzak kalmaya devam etmesine sebep olabilir.
Takıma bakalım…
Takımda ağırlığı olan, sözü geçen
neredeyse herkesin -yani galiba bir tek Kobe’nin!- en büyük favorisi Phil
Jackson. Şaka bir yana, neredeyse herkes bu görüşte. Daha önce onunla
çalışmamış Dwight Howard da dahil bu duruma.
Kobe, dün akşamki Warriors maçı
sonrası şöyle dedi:
“Phil Jackson, tüm spor branşları içinde gelmiş geçmiş en büyük coach.
Bu kadar basit.” Takımın başında kimi görmek istediğini artık biliyoruz
sanırım, değil mi?
“En büyük üzüntüm ona son sezonunda yüzde yüzümü verememiş olmak.
Resmen tek bacakla oynuyordum ve yapabileceklerim oldukça sınırlıydı. Onu bu
şekilde uğurlamış olmak beni çok üzdü. Ancak şu an çok iyi durumdayım.”
Lakers taraftarlarının alt metnini
okuyup, takımları adına güzel bir sonuca varabileceği bir şey söyleyeyim; Phil
Jackson, Salı günü bir konferansa konuşmacı olarak katılacakmış. Ancak dün
akşam saatlerinde bir son dakika değişikliğiyle konferansa konuşmacı olarak başka
biri davet edildi. Jackson orada yer almayacak. Daha önemli işleri olabilir!
Benim bu yazıyı yazdığım
saatlerde Jim Buss ve Mitch Kupchak’in Phil Jackson ile buluşması bekleniyor.
Kupchak zaten “4-5 güne belli olacak coachumuz” demişti.
Warriors maçında
taraftarlar “We want Phil!” diye tempo tuttu. Jackson’u istiyorlar. Kobe,
Gasol, Howard… Herkes onu istiyor.
Tek sorun şu; peki Phil Jackson
basketbola geri dönmek istiyor mu?
Mike Brown ile
ilgili bugüne kadar olumlu veya olumsuz tek bir yorum dahi yapmadım. Geçen sene
hem tam bir kaosa hem de Phil Jackson’un emekliliği sonrası asla dolduramayacağı
bir rolün içine düşmüştü. Lokavt nedeniyle geç başlayan sezonda hazırlık kampı
çok kısa tutulunca, takıma herhangi bir hücum düzeni oturtacak fırsatı da olmadı.
Takımın savunması önceki yıllara göre daha iyi gibi görünüyordu belki ama bunun
asıl nedeni, hücumun oldukça yavaş olması ve maç genelinde potaya atılan top
miktarının azalmasıydı. Ancak bu sezon öncesinde herhangi bir bahanesi kalmadı
Brown’un. Bir anda elinde bulduğu son yılların “kağıt üzerindeki” en iyi
kadrosuyla pek çokları için şampiyonluğun en büyük favorisi olduktan sonra, kafasındaki
her şeyi takıma oturtmak için önünde koca bir hazırlık kampı vardı. Ancak
burada da sakatlıklar bir türlü birlikte çalışmalarına izin vermedi.
Yazın daha
ortalarında, Lakers’ın bu yıl Princeton Hücum sistemini kullanacağı belli
olmuştu. Peki nasıl bir sistem bu? Sahadaki beş oyuncunun da eşit roller
aldığı, doğru alan paylaşımı ve pas açılarının yaratılması üzerine kurulu bir
hücum düzeni. Yani bir bakıma Mike Brown’un kendi “Üçgen Hücumu”. Princeton’un
Lakers kadro yapısına ne derece uyduğunu tartışmadan önce, Charles Barkley’nin
geçtiğimiz hafta sarf ettiği şeylerden bir alıntı yapayım:
“Princeton bugüne kadar kaç şampiyonluk
kazanmış? Hiç. Bu sistemi kolejde en iyilere gücü yetmeyen takımlar kullanır. NCAA
Turnuvası’nda (March Madness) birkaç iyi takımı üzüp, sonra da evlerine
dönerler.”
Rick Adelman,
2000’lerin başında Princeton’u Kings’te kullanmıştı. Şu anki Corner Offense’ine
de hayli benziyor. Yanlış hatırlamıyorsam 2006 yılında, şu an Lakers’ta asistan
coach olarak bu sistemi yerleştirmeye çalışan Eddie Jordan da Wizards’ta
denemişti. Ama işin özü şu. Sıra dışı yetenekleri olan kısalarınız ve iyi bir
hücum lideriniz yoksa bu sistem sizin için harika. Hatırlayın, Mike Bibby,
Kings günlerinde çok önemli bir oyuncuydu ama asla bir saf oyun kurucu olmadı. Direksiyona
tek başına geçip bir şeyler yapacak oyunculardan yoksunsanız (Stojakovic, Christie…)
ve iyi pasörleriniz varsa Princeton sizin için biçilmiş kaftan. Ama ya Kobe ve
Nash’iniz varsa?
Yukarıda da
değindiğim gibi Princeton biraz eşitlikçi bir sistem. Rolleri birbirine yakın
oranda pay ediyor. Ancak bu şekilde çoğunluktan azar azar verim alıyorken
kimsenin yeteneklerini yüzde yüzük bir başarıyla işleyemiyorsunuz. Birkaç
istisna dışında NBA’deki şampiyonluk formülüne bakalım; iki veya üç süper
yıldızdan maksimum verim + rol oyuncularından alınabilecek potansiyel en yüksek
katkı.
Fakat bu
sistemde Lakers adeta bir kolej takımı olmuş gibi. Özellikle Steve Nash tam
kaybolma yolundaydı ki Mike Brown’un imdadına Kanadalının sakatlığı yetişti.
Kariyeri boyunca pas verip ters tarafa kat eden bir Nash görmemişti kimse.
Yadırgandı mı? Kesinlikle.
Dwight Howard
da Magic günlerinden daha farklı bir kullanım içerisinde buldu kendini. Genelde
pas alışverişini sağlamak için yüksek posta fazlaca çıkmak zorunda kalıyor.
Magic’teki kullanımını göstermek için video aradım ama bulamadım. SVG genelde
Howard’ı boyalı alanda yalnız bırakacak (etrafında 4 şutörle) oyunlar
hazırlayıp, Superman’e gerekli hareket alanı sağlamaya çalışıyordu. Tabii
şutörler de savunmayı açtığından Howard rahatça isolation oynayabiliyordu.
Ancak Lakers’ta sıkıştığını görüyoruz zaman zaman. Sıkışmasa bile topu çembere
yakın aldığı pozisyon sayısı hayli az.
Pick &
Roll namına da pek bir şey görebilmiş değiliz geride kalan maçlarda. Daha
önceki bir yazımda da belirtmiştim; Nash, geçen yıl P&R’lerden partnerine
en fazla sayı imkanı veren oyuncuydu. Howard da P&R’lerden devrilip en
fazla sayı bulan uzun. Yani ikili oyun için dünya üzerindeki en iyi
kombinasyon. Nash sakatlanana kadar denendi mi? Pek sayılmaz. Gerçi burada
Brown, Nash’e bu özgürlüğü verdiğini söylüyor, o da ayrı.
Pas açısı ve
spacing üzerine bir hücum kurarsanız, asist sayınızın yüksek olması gerekir,
öyle değil mi? Şu ana kadar Lakers’tan daha az asist yapan sadece 7 takım var. Ligde
en fazla top kaybı yapan üçüncü takım durumundalar. Tabii henüz ritimlerini
bulamadılar. Bu durum zamanla değişecektir.
Sezonun
ilerleyen bölümlerinde Lakers hücumu daha iyi olacak. Hiç şüphe yok. Ancak
Princeton, Lakers için kullanılabilecek en iyi sistem değil bence. Charles
Barkley’nin de dediği gibi bir underdog
iseniz eğer, bu yapı sizin için oldukça iyi. Ancak ligin en iyi pivotu, en iyi
off-guard’ı ve en iyi point-guard’larından birine sahip bir takımın daha
yaratıcı bir hücum düzenine sahip olması ve elindeki madenleri (madeni değil,
madenleri) olabildiğince iyi işlemesi lazım.
Savunmaya
gelelim. Ya da durun lan gelmeyelim! Lakers’ı savunma yaparken gören oldu mu bu
sene? Varsa yorum bölümünde veya twitter’da bana ulaşsın lütfen.
Lakers maç
başına en çok sayı yiyen 12’nci, rakiplerinin en yüksek yüzdeyle şut attığı 11’inci
takım ligde. Karşı takım onlara karşı maç başına 21 asist yapıyor. 100 pozisyon
başına ligde en çok sayı yiyen 23’üncü takım durumundalar. Aynı istatistikte
transition’da da 27. sıradalar. Pick & Roll’dan yenen sayılarda da 26’ncılar.
Lan daha ne kaldı geriye?
Hadi hücumun
oturması zaman alacak, ki onun da Lakers için en iyi hücum sistemi olmadığını
iddia ediyor blogumuzun yazarı, peki savunmadaki sıkıntı ne?
Howard’ın
ameliyat sonrası çabukluğunu henüz kazanamadığı açık, tamam. Ama Bynum’dan kötü
değil ki hala. Bunun dışında tüm yapı aynı. Nash yaşlı dedik, Blake geldi
falan. Ne değişti? Hiçbir şey. Mike Brown’un savunma mentaliteli bir coach
olduğunu biliyoruz. Eh, takım bari burada iyi olsa.
Benche
gelelim. Kobe’nin dizi geçen yılki operasyondan sonra eskiye nazaran hayli iyi.
Ama bu adam 34 yaşında, ligde 17 yılı geride bıraktı ve yaptığı kilometre
buradan Ay’a kadar. Bu yıla da sakat sakat girdi. Sezon öncesinde tam bir hafta
antrenman yapmadı. Maç aralarını da hala boş geçiyor. Artık onun süresini kısmak
lazım. Mitch Kupchak bu yaz FA piyasasından Jodie Meeks ile anlaştı Kobe’yi
yedeklesin diye. İyi bir şutördür Meeks. Fena skorer ve savunmacı da değil.
Philly’de iki yıldır ilk beş çıkıyordu. Kobe’yi yedeklemesi için pazarda
bulunabilecek en iyi oyunculardan biri. Peki paşa Mike Brown ne yaptı? Çocuğu
bu sezon geride kalan 5 maçta toplam 20 dakika oynattı. 20 dakika nedir lan?
Onun da yarısı Portland ve Detroit maçları koptuktan sonra. Brown’un amacı
savunmacı bir ikinci beş yaratmak. Bunun için bazen Ebanks’i, bazen de Artest’i
SG’e çekiyor, 3.5 (bu yaşında 4 diyelim artık) Antawn Jamison da SF oynuyor. Bu beşin oyun
kurucusu da Darius Morris. Eh be arkadaş! Bu rotasyon devre başına 6 sayı atıyor. Yazıyla altı!
Tamam, dedim ya Mike Brown, ikinci beşin savunmacı olmasını istiyor. Savunma da
rezalet. “Lakers bench outscored by…” lafını Uranüs’te bile her gün duyuyorlar artık.
Jodie Meeks’i
niye oynatmıyor peki coach? İkinci beş uzun olacakmış. Ebanks ve Artest o
pozisyona göre uzun kalıyor, ama en az birer adım da yavaş kalıyor. Jamison 3
numara oynayınca da durum farksız. Yani savunma da yapamıyorlarmış. Eh bari
biraz hücum olsa.
O da olmaz,
olamaz. Meeks gelip her sorunu düzeltecek değil tabi. Bir de oyun kurucu lazım.
Steve Blake adam değil. Beğenen varsa yazsın lütfen. İki muhabbet çeviririz.
Normalde ikinci beşte oynayacak. Ama Nash sakat diye ilk beşe kayıyor. Yerine
gelen adam Darius Morris. Haydaa! Bu çocuk lige geldiğinden beri ördek gibi çırpınıyor
sahada. Hayatımda gördüğüm en kötü karar mekanizmasına sahip oyun kuruculardan
biri. Gayet iyi atlet. Savunmada baskı yapıyor falan filan. Ama hücumda sadece
yarı sahaya getiriyor topu. Kime veriyor? Artest’e veriyor. Ebanks’e veriyor. Hadi
Jamison’a versin. Bu işte çok ciddi bir sıkıntı var. Lakers benchi geçen yıl en
az skor katkısı veren benchlerden biriydi. Bu yıl da şu ana kadar 29’uncu
sıradalar.
Bu yazıyı Utah’a
kaybettikleri maçtan sonra yazıyorum. Şu an galibiyet-mağlubiyet sayıları 1-4.
Kobe lige geldiğinden bu yana ilk kez böyle bir başlangıç gördü. Maçın
bitmesine saniyeler kala benchten kalkıp soyunma odasına gitti sinirli bir
şekilde.
Bir de şu
bakış var:
Bu bakışla göz
göze gelecek delikanlı daha görmedik bu diyarda! Önünden geçerken gözlerini diktiği adam Mike Brown. Bu hareket kötü. Lakers için
kötü. Mike Brown için çok kötü.
Jim Buss
herhangi bir coach değişikliği yapmayacaklarını söylüyor. Böyle bir hamle,
geçen seneki kararında başarısız olduğunu gösterecek Buss ailesinin. Utah
maçından önce şöyle bir şey söylemişti: “Kobe
ile aramızda öyle güçlü bir iletişim var ki, anlaşmamız için bir göz teması
yetiyor. Dün antrenmanda göz göze geldik. Bana her şeyin yolunda olduğunu
söylüyordu.”
Şu an Kobe ile
göz göze gelmek istemeyeceğine eminim. Kobe, Mike Brown’a bugüne dek herhangi
bir saygısızlık yapmadı. Ama Lakers’ın başında istediği coach olmadığını da
biliyoruz. Brown göreve atandığında iki gün telefonlara çıkmamıştı. Onun adayı
Phil Jackson’un asistanı Brian Shaw’du.
Şuna şüphe
yok; Jim Buss ile bir sonraki göz temaslarında “Sıkıntı var Jim” diyecek Kobe.
Peki Jim Buss şu an ne diyor?
“Oyuncular
açısından sorun yok. Ben de sabırlı olmalıyım.”
David Stern tam bir kontrol manyağı mı? Bilmiyorum. Ama o ve ekibinin aldığı kararlar oyuncuları zaman zaman rahatsız edebiliyor. Sakat oyuncuların bench arkasında otururken giyeceği kıyafetlerle ilgili yönetmelik getirilmesi zamanında çok tartışılmıştı. Onun döneminde iki kez lokavt oldu. Bu sene hakemleri aldatmaya yönelik hareketlere (flopping) para cezası ve belli bir miktardan sonra maç cezası geliyor. En son uygulama ise maç öncesi rutinlere getirilen zaman sınırlaması. Bugüne kadar pek çok kişiden NBA maçlarının programda gösterilen saatten 10-12 dakika kadar geç başlama sebebine ilişkin sorular duydum. Ulusal kanalda yayınlanan maçlardaki reklam kuşağını uzatma çabası yanında, oyuncuların kişisel rutinlerinin de önemi var bu gecikmede.
Ve yeni kuralımız gelir... Artık oyuncular maç öncesi yapmak istediklerini, takımlar anons edildikten sonraki 90 saniyeye sığdırmak zorunda. LeBron James'in pudra şovunu bu sürede bitirmesi gerekecek. Kevin Garnett potayı tutan direğin süngerine kafa atacaksa, o da biraz hızlı olmalı.
"Bunu sevmedim. Ligdeki herkesin belli bir rutini var. Maç öncesi yapmak istediği bazı ritüelleri var. Taraftarlar da bundan keyif alıyor," diyor OKC Thunder yıldızı Kevin Durant.
Yeni sezona artık çok kısa bir süre kaldı. Tüm yazı pek çok şey okuyarak, sevdiğimiz takımların oluşturabilecekleri yapıları kafamızda kurarak geçirdik. Büyük gün nihayet geliyor.
Hayatımda pre-season maçı izlemedim. O müthiş açılış gecesi öncesi heyecanımın yüzde bir oranında bile azalmasını istemiyorum. Bu sene de ilk maça kadar özetlere bile bakmıyorum açıkçası. Ama kafamda gruplandırdığım belli ekipler var. Bazılarını izlemek için sabredemiyorum, bazılarındansa uzak duruyorum!
- Görmek için çıldırdığım takımlar: Lakers, Nuggets, T'Wolves
Eğer sıra dışı
yetenekleriniz yoksa, aldığınız süre büyük ölçüde savunmadaki başarınızla
orantılıdır. Jimmer Fredette geçtiğimiz sezona kadar bu durumla hiç karşılaşmamıştı. NBA’e oldukça yüksek bir reputasyonla gelmesini ve bazı
önemli dezavantajlarına rağmen draftta 10. sıradan seçilmesini istisnai
yeteneğine ve bunu kolejde sonuna kadar sergilemiş olmasına borçlu.
Dört yıllık
BYU (Brigham Young University) kariyerinde, skor potansiyeliyle herkesin
ilgisini çekmeyi başarmıştı Fredette. Fazla göze batmayan ilk iki sezonun
ardından adeta bir sayı makinesine dönüştü. Kolejdeki üçüncü yılında 22.1, son
yılında ise tam 28.9 sayı ortalaması tutturdu. BYU kariyeri boyunca yakaladığı
üç sayı yüzdesi 40, saha içi isabeti 45, serbest atış isabeti ise 88. Bir guard
için elit bir seviye.
Ancak
izleyenleri asıl cezbeden, Jimmer’ın sahip olduğu özgüvendi. Asla tereddüt
etmeyen, transition’da erken atış kullanmaktan çekinmeyen ve bunları çok
(gerçekten çok) uzaktan yapan bir isimdi Fredette. Bu özgüven sonucu aşağıdaki
gibi görüntüler oluşuyordu.
Ancak keskin
şutör Fredette drafta gelirken, hakkında bazı soru işaretleri vardı. Fiziği onu
NBA seviyesinde zorlayacak mıydı? Doğasında skor yapmak olan bir oyuncu, oyun
kuruculuk görevini üstlendiğinde sıkıntı doğacak mıydı? NCAA’de çok zor olmayan
bir konferansta (WCC) oynaması aldatıcı bir durum muydu?
Zaman, bu
kuşkuların hepsini kısmen de olsa doğru çıkardı. Fredette, oyun tarzını çok
alışık olmadığı bir role uyarlamaya çalışırken, Kings başka problemlerle
uğraşıyordu. Takım, coach Paul Westphal’in kovulmasına sebep olacak arıza DeMarcus
Cousins ve çaylak sezonundan sonra kendini tamamen kaybeden Tyreke Evans gibi
dertlere sahipti.
Bu ortamda
Jimmer Fredette de istediği ritmi bir türlü bulamadı. Sezonun ilk ayında 23 dakika
olan ortalaması, ikinci ay 14’e geriledi. Sezon ortalaması ise 18. Aynı şekilde
yüzde 40 ile attığı üç sayı isabet oranı sezon sonuna doğru 33’e kadar
geriledi. Tabii ki 9.3 olan sayı ortalaması da 5.6’yı gördü. Rotasyondaki
yerini de draftın 60. sırasından (son sıra) seçilen Isaiah Thomas’a kaptırdı sezon
içinde. Ama Thomas’a da hakkını vermem lazım. Gerçekten sürpriz bir çıkış yaptı
ve kendisini hayli beğeniyorum.
Ancak
bunlardan farklı olan en önemli şey, Fredette’in özgüvenini de kaybetmesiydi.
Kolejde rakip potaları adeta taarruza tutan Fredette, NBA’de daha tedirgin şut
atmaya ve seçici olmaya başlamıştı.
Bir şutörün
ritmini bulabilmesi için en önemli şey yeterince dakika almasıdır. Pek parlak
geçmeyen çaylak sezonunun ardından, sorunu çok iyi analiz etmiş genç oyuncu:
“Sahada
olabildiğince fazla kalmak istiyorum. Coach Smart’ın takımında daha fazla
dakika alabilmeniz için yapmanız gereken ilk şey savunmadır. Sanırım bunu
yapabilirim,” diyor keskin şutör.
“Rakibinizin
önünde kalmalı ve biraz da vücudunuzu kullanmalısınız. Sizi geçmelerine izin
vermemelisiniz. 6 faul yapma hakkınız var ve bunu akıllıca kullanmalısınız.”
Söylemek
yapmaktan daha kolay. Bunları yapabilir mi Fredette? Göreceğiz. Öncelikli
olarak yazın ne kadar güçlendiği önemli. Çaylak sezonunda ona sorun çıkaran ana
etmenlerden biriydi bu durum. Savunma performansını artırdıkça sahada daha
fazla kalabilir. Sahada daha fazla kalırsa ritim ve güven bulması daha kolay olabilir.
Ve bunlar olursa (umalım ki) yeni bir JJ Redick izlemek durumunda kalmayız.
Herkes
Jimmer-mania’yı geri istiyor. Jimmer’a göre geri dönüş yolu savunmadan geçiyor.
Topu
paylaşmayı 16 yıllık profesyonel kariyeri boyunca öğrenememiş bir süper
yıldızın çevresini neredeyse onun kadar itibarlı başka süper yıldızlarla
donatırsanız, elinizde ligi altüst etme potansiyeli dışında başka bir şey daha olur;
kocaman bir soru işareti.
Shaquille
O’Neal’ın Lakers’tan gönderilişini Kobe Bryant’ın görkemli kariyerinde bir
milat olarak görebiliriz. Öncesi hayli karanlık ve Phil Jackson’u bile pes etme
noktasına getirecek, kaprislerle dolu bir süreç. Sonrası ise olgunlaştığı ve
liderlik vasfı edindiği “yetişkinlik” dönemi. Ancak 2007 yazındaki takas talebi
dışında herhangi bir sorun çıkarmadığı bu dönemde, kendi seviyesinde bir süper
yıldızla oynamadığını unutmamakta fayda var. Pau Gasol harikulade bir oyuncu
olsa da, Robin rolünde her daim mutlu olmuş ve Batman olmaya çalışmamış bir
isim.
Ancak bu yıl
işler biraz farklı. Kobe’nin etrafında Steve Nash ve Dwight Howard gibi geleceğin
Hall of Famer’ları var. Tabii bu durum Lakers’ın kağıt üzerindeki potansiyeli
dışında, takım içindeki rol dağılımının nasıl olacağı ve süper starların
birbiriyle nasıl bir uyum oluşturacağını merak etmemize sebep oluyor. Zaten LA
medyası da bu konuyu sezonun ilk antrenmanında gündeme getirmekten geri
kalmadı.
Soru basit: “Lakers
kimin takımı?”
“Yani işte,
topu paylaşacağız… olaylarına girmek istemiyorum,” diyor Kobe. "Benim
takımım. Ama ben emekli olduktan sonra Dwight’ın takımı olacak.”
Fazlasıyla net
bir cevap. Ama etrafında bu
kadar iyi oyuncular varken biraz daha “takım oyuncusu” gibi konuşabilirdi Kobe.
Peki arkadaşları bu konuda ne düşünüyor?
“Bence bu,
Kobe’in takımı,” diye konuşuyor sezonun ilk antrenmanı sonrasında Steve Nash. “Medyanın
bakış açısına göre Kobe’nin. Ama aynı zamanda bizim de takımımız. Sorumlulukları herkes paylaşmak zorunda. Kobe her
şeyi tek başına yapamaz. O, harika yaptığı işleri yapmaya devam edecek.
Diğerleri ise kendi paylarına düşenleri yerine getirecek. Bu takım tartışmasız
şekilde Kobe’nin. Kariyeri boyunca buradaydı ve şampiyonluklar kazandı. Ayrıca
takımdaki en iyi oyuncu da o.”
Steve Nash ile
Kobe Bryant, bu yıl iyi polis - kötü
polis olacak. Buna hiç şüphe yok. Ama 38 yaşındaki bir oyuncun yorumundan
ziyade, henüz 26 yaşında olan ve gelecek yaz serbest kalacak Dwight Howard’ın
düşünceleri daha önemli.
“Bu süreçten
geçmek istiyorum. Bu oyunu oynamış en iyi oyunculardan birinden öğreneceğim ve bunun
için sabırsızlanıyorum. Kobe, bana karşı bazen sert olacak ki benim istediğim
de bu. Çünkü bu beni daha iyi bir oyuncu yapacak ve daha iyi bir takım olacağız.”
Kobe’nin
krallığını herkes tanımış gibi.
Oyuncular
henüz cicim aylarında. Basına yaptıkları açıklamalardan ziyade biraz da parke
üzerindeki duruma bakalım. Yaz aylarında, Steve Nash sign-and-trade ile
Lakers’a geldiğinde Kobe ile nasıl bir ikili oluşturabileceklerine dair bir
yazı yazmıştım. Buyurunuz.
Lakers, bu yıl
Princeton hücum sistemi oynayacak. Princeton Üniversitesi’nin efsane coachu
Pete Carril’in 60’lardaki Boston Celtics hücumlarından uyarladığı, alan
paylaşımı ve doğru pas açılarını oluşturmak üzerine kurulu bir sistem. Bu
yapının NBA’deki en iyi uygulayıcısı olduğu düşünülen Eddie Jordan da, asistan
coach olarak Lakers staff’ına dahil oldu. Daha ilk antrenmanla birlikte
Princeton çalışmaya başladı Lakers.
Coach Jordan,
NBA TV’de Princeton Hücumu’nun bazı temel prensiplerini gösteriyor:
Bu da
Princeton Üniversitesi’nin uygulayış şekli:
Bu sistemin
son iyi uygulayıcısı 2000’lerin başındaki Sacramento Kings’ti. Ne denli keyif
veren bir basketbol oynadıklarını hatırladığınıza eminim.
Burada en
büyük soru işareti Dwight Howard’ın iyi bir pasör olmaması. Boyalı alanda
Andrew Bynum’u upgrade etmeleri iyi oldu. Zira “Philly’li Bynum” yazısında da görüntü kullanarak anlattığım gibi,
Bynum pas konusunda tam bir facia. Dediğim gibi Howard iyi bir pasör değil,
ancak Bynum gibi bir kabus da değil. Geçen sezon takas deadline’ı öncesi Pau
Gasol’u takas etmemeleri çok iyi oldu. Gasol, muazzam pas yeteneği sayesinde
Princeton için müthiş bir parça. Ancak Princeton, yüksek posta çıkan 5 numaraya
atılan ilk pasla başlıyor. Yani Howard’ı temel seviye de olsa dağıtıcı rolünde
göreceğiz. Ancak Superman’in hız ve ayak çabukluğundan faydalanıp, ilk pas
görevini Gasol’a verebilirler. Howard’ın çabuk ve hareketli olması da o
bölgenin tıkanmasına engel olur.
Bu sistem,
hücumun Kobe’ye bağlı kalmasını önlemeye çalışacak. Daha da önemlisi, Kobe’nin
her şeyi tek başına yapmaya çalışmasının önüne geçmeyi ve ligdeki 17. sezonuna
hazırlanın 34 yaşındaki Kara Mamba’yı toptan uzak tutup, enerjisini korumayı
amaçlayacak. Steve Nash herhangi bir sakatlık sorunu yaşamadığı sürece, bu konuda
bir sıkıntı olacakmış gibi de durmuyor.
Howard, pas
yeteneğinin iyi olmaması nedeniyle Princeton için en ideal 5 numara değil.
Hücumda pivot oyunu da Andrew Bynum’un gerisinde. Ancak onun mükemmel olduğu
alanlar var tabii ki. Sıra dışı bir savunmacı olmasının dışında, hücumda
içeriye yüzü dönük devrildiğinde durdurulması neredeyse imkansız. Yani pick
& roll için nefis bir bitirici.
Steve Nash,
geçen yıl oynadığı pick & roll’ların yüzde 59.5’inde arkadaşlarının sayıya
ulaşmasını sağlamıştı. Bu alanda lig lideri. Dwight Howard ise, geçen sezon
oynadığı pick & roll’ların yüzde 73.7’sini sayı yapmıştı. Bu alanda lig
lideri.
Uzun lafın
kısası; Lakers, ligin en iyi pick & roll oynatan oyun kurucusuna ve ligin
en iyi pick & roll bitiren uzununa sahip. Bu konuda daha iyi bir ikili
bulmanız imkânsız.
Zaten Mike
Brown, Princeton dışında Nash’in ikili oyunlarını da sık sık kullanacaklarını
söylemişti. Howard ve Nash’i izlemek keyifli olacak.
Pau Gasol,
içeriye devrilme konusunda iyi olmasa da, orta mesafe ve geçen sezon biraz
geliştirmiş gözüktüğü dış şutu sayesinde pick & pop için ideal bir uzun. Ve
bu konuda da tabii ki yine Steve Nash!
Ayrıca Nash,
ikili oyunlarda uzuna inemediği durumlarda yüzde 55 ile şut atmıştı geçen
sezon. Eh, sahanın diğer ucunda bekleyen de bir Kobe var. Ço’ acayip şeyler
bunlar!
Gasol’un
şutundan bahsetmişken… Stan van Gundy, Magic’te Howard’dan maksimum verim
alabilmek için yıllarca dört kısalı bir düzen ve hem hareketli hem de şutör 4
numaralar kullandı. Howard ilk defa eski tip bir power forvetle oynayacak.
Gasol, pas yeteneğiyle bazı farklı avantajlar sunacak ama boyalı alanda Howard
ile sıkışmamaları için iyi bir spacing şart. Devreye yine Princeton giriyor!
Biraz da kenara
gelelim. Geçtiğimiz sezon, ligdeki 30 takım içinde en düşük sayı ortalaması
tutturan bench (20.5) Lakers’a aitti. Şut yüzdesinde de 41.6 ile 20.
sıradaydılar. Lakers, Kobe (34), Nash (38), Artest (33) ve Gasol (32) ile pek
de genç olmayan bir beşe sahip. Yaşlı olmayan tek oyuncu Dwight Howard. Sezon
içinde sakatlık sorunlarıyla boğuşabilirler ve playoff’a diri girebilmeleri
için normal sezondaki yükleri çok olmamalı. Lakers bu alanda da fena işler
yapmadı.
Jordan Hill,
daha yüksek teklifleri reddederek Nash ile oynayabilmek için takımda kaldı.
Fisher takasından gelen ve o dönemde sakat olan Hill, sezon sonuna doğru önemli
katkı yapmıştı. Atletizm ve ribaund yeteneğiyle değerli bir isim. Sözleşmesi
sona eren Antawn Jamison, minimum kontrat karşılığında Lakers’a geldi ki, diğer
yıldızların yanında çok anılmasa da Kupchak’in bu yaz yaptığı önemli işlerden
biri. Önemli bir skor potansiyeli var ve bunun için topu elinde uzun süre
tutmaya gerek duymuyor. Hem de Howard’ın alışık olduğu bir 4 numara. Sixers
şutör guardı Jodie Meeks de bu yıl Lakers forması giyecek. Önemli bir dış atıcı
ve Lakers’ın uzun zamandır ihtiyacını hissettiği ceza şutörü olabilir. Onun
istikrarlı şut sokması Kobe için daha fazla dinlenme, Howard ve Gasol için de
daha fazla hareket alanı demek. Oyun kurucu mevkiinde 3. adam, Howard takasında
gelen Chris Duhon. Ben onu Steve Blake’ten daha fazla beğeniyorum ama neler
yapabileceğini göreceğiz. Geçen sezon pek katkı vermeyen Devin Ebanks de ana
rotasyondaki son isim. Bu yıl boş şutları sokmaya başlamalı.
Unutmadan… İlk
beşin son halkası Ron Artest, bu yazı çok iyi geçirmiş. Hayli zayıflamış. Kobe
onu Indiana günlerinden beri bu kadar fit görmediğini söylüyor.
Lakers, 2003
yazında Karl Malone ve Gary Payton ile anlaşmış ve kâğıt üzerinde o zamana
kadar kurulmuş en iyi kadrolardan birine sahip olmuştu. Herkes Lakers’ın
rahatlıkla şampiyon olacağını düşünürken, finalde Detroit’e 4-1 yenilmişlerdi
(Tek galibiyet de Luke Walton’un hiç hesapta yokken ortaya çıkıp katkı yaptığı
ve Kobe’nin son saniye üçlüğü attığı maçta gelmişti).
O takım pek
çok sıkıntı yaşamıştı. Kobe’nin neden olduğu soyunma odası problemleri, Karl
Malone’un sakatlık sıkıntıları, Gary Payton’un Üçgen Hücum’a hiç uyum
sağlayamayıp özgüvenini tamamen yitirmesi, vs.
Bu takımın, 2003-04
sezonundaki kadronun akıbetini yaşayıp yaşamayacağı merak konusu.
“O zamanki
durum farklıydı,” diyor Kobe. “Malone ve Payton kariyerlerinin sonundaydı.
“Payton ve
beni ele alırsanız, oyun tarzımız, topu almak istediğimiz yerler, post up yapma
şekillerimiz oldukça benzerdi. Malone’un da boyalı alan oyunu Shaq’ınkine bir
hayli benziyordu ve içeride biraz sıkışıyorlardı. Ama bu grup farklı.”
Evet,
gerçekten de farklı. Muazzam bir dağıtıcı, tarihin gördüğü en iyi skorerlerden
biri, Mike Brown’un tabiriyle boyalı alanın Steve Nash’i ve Shaq’tan sonra
gördüğümüz en dominant uzun. Herkesin görev tanımı ve uzmanlık alanı
birbirinden farklı. Kâğıt üzerinde kimse kimsenin işine engel olmayacakmış gibi
görünüyor. Ancak burada en büyük iş Mike Brown’a düşüyor. Eğer işler iyi
başlamazsa, genç coachun bu kadroyu taşıyamadığı yönünde eleştiriler
okuyacağız. Süper yıldızlarını iyi yönetmek zorunda Brown. Ayrıca her oyuncunun
birbirinden farklı olan yeteneklerini en verimli şekilde kullanması ve ortaya
ahenkli bir yapı çıkarması gerekiyor.
Son bir soru
işareti de sakatlık konusu. Dwight Howard, Nisan ayında ağır bir bel operasyonu
geçirdi. Hazırlık kampında iyi görünüyor ama ilerleyen zamanlarda neler olacağı
bilinmez. Kobe bu yaz dizine herhangi bir işlem yaptırmadı ama geride bıraktığı
16 yıl boyunca yaptığı kilometre çok fazla. 38 yaşındaki Steve Nash’in bel
ağrıları da her an geri dönebilir.
Ancak şu
tartışmasız bir gerçek ki, “kağıt üzerindeki Lakers” için limit gökyüzünden
bile yukarısı.