Wehling'i Anlamak

İki post aşağıda "Dr. Frankenstein" başlıklı bir yazı var. Kobe'nin dizini onaran, Brandon Roy'u basketbola döndüren müthiş doktor Peter Wehling'e değinmiştim orada. Kullandığı Orthokine ve Platelet Rich Plasma adlı tedavi yöntemlerinden bahsetmiş, LA Lakers doktoru Garry Vitti'nin konuya dair açıklamalarını içeren bir link paylaşmıştım.

Tabii bu tedavileri anlayabilmek için üst düzey bir tıp bilgisi gerekiyor. Konuyu moleküler biyomühendis bir dostumla konuştum ve bizim gibi sıradan insanların anlayabileceği düzeyde açıklamasını rica ettim. Sağolsun kafa karıştırmayacak bir dille anlatmaya çalıştı. 



Kendisinin yazdıklarını aynen aktarıyorum:


"Dizin yapısında probleme neden olan bir etkiyi (ki bu bir protein birikimi kaynaklı iltihaplanma olarak belirtiliyor Kobe'nin durumunda) nasıl ortadan kaldırırız düşüncesinden gidilmiş tedavi yönteminde. Dizde interleukin birikimi söz konusu. Bu da o bölgede iltihaplanmaya neden oluyor. Wehling kandan bunun antagonisti olan proteini (zıt çalışan) alıyor. Bir takım başka moleküller de alıyor ve bazı işemler yapıyor (genetik manipülasyon). Ardından tedavi gerektiren bölgeye geri enjekte ediyor. Haliyle o da zıt çalışan interleukin proteini ile birleşiyor ve sorunlu bölgenin iltihaplanma etkisini ortadan kaldırıyor. Tedavinin kısaca özeti bu.

Bu yöntem yalnızca diz için uygulanan bir tedavi değil. Birtakım başka durumlar ve rahatsızlıklar için de belli gen tedavileri uyguluyor Wehling. Ancak mantık hep benzer ölçüde. Ortada probleme sebep olan bir yapısal bozukluk var ve bu, belli ölçüde bazı proteinlerin çok, az veya dengesiz olmasından kaynaklanıyor. Çözümü ise çoksa azatlma, azsa artırma, dengesizse dengesizliğini ortadan kaldırma mantalitesine dayanıyor.

Nasıl yapılıyor bu? İşte yukarıda bahsettiğim o proteinlere karşıt çalışan bazı maddeler ekleyerek veya çıkararak... Yani yenilikçi ve devrimsel nitelik taşıyan genetik değişimlerle."


Dr. Wehling'in iki tedavi yöntemi arasındaki fark

Adamım üşenmeyip biraz da araştırma yapmış Peter Wehling hakkında. Dr. Frankenstein'ın farklı alanlardaki çalışmalarına "buradan" ulaşabilirsiniz.


"Sadece İkimiz"

Jordan Farmar lige geldiğinden beri kendisine büyük bir sempati duyuyorum. O, ne çok büyük bir yıldız ne de izleyenleri büyüleyen işler yapabilecek sıradışı yeteneklere sahip (Tamam, Avrupa seviyesinde çok iyi bir atlet. Efes Pilsen'de de bunu fazlasıyla gösterecektir). Ama kendisini ilginç kılan bir özelliği var.

Bir dövme fanı değilimdir. Diğer insanlarda gördüğüm dövmelere ilgi duymam, yanlarına gidip hayranlıkla "Bu ne? Neyi simgeliyor?" gibi sorular sormam. Ancak Farmar'ın sol kolundaki dövme, kendisine duyduğum sempatinin temelini oluşturuyor.


Fotoğrafta da gördüğünüz gibi sırtı dönük bir oğlan ve kız var dövmede. Çocuk, kolunu kendisinden hayli küçük olan kızın omzuna atmış. Kız ise elinde bir basketbol topu tutuyor. "Just the two of us" yazıyor çevrelerinde; "Sadece ikimiz".

Dövmedeki çocuk tabii ki Jordan Farmar. Yanında ise hayattaki iki tutkusu; kardeşi ve basketbol topu var. Ancak Jordan ile Shoshana Kolani öz kardeş değiller. Jordan daha 2 yaşındayken annesi Melinda ile eski bir beyzbol oyuncusu olan babası Damon Farmar boşanmaya karar vermiş. Jordan'ın annesi yaklaşık bir yıl sonra İsrailli Yehuda Kolani ile evlenmiş ve Tel-Aviv'e taşınmış. Jordan ile kız kardeşi Shoshana, aynı anneden ama farklı babalardan. Fakat Shoshana, Jordan için bir öz kardeşten farksız. Üvey babası ile de arası çok iyi Jordan Farmar'ın. Ailesi ve çocukluk dönemleriyle ilgili anlattıklarına "buradan" ulaşabilirsiniz


Farmar'ı yeni sezonda Efes Pilsen formasıyla izleyeceğiz. Efes'in yıllardır süregelen oyun kurucu problemine ciddi ölçüde çare olacağı kesin. Ligimize renk katacağına da hiç şüphe yok.


Dr. Frankenstein

Takip etme fırsatı bulamayan ve henüz öğrenmemiş olan varsa müjde! Brandon Roy basketbola geri dönüyor. Kendisini Minnesota formasıyla izleyeceğiz. Roy, yaşadığı ardı arkası gelmeyen diz sakatlıkları sonrasında, geçtiğimiz sezon başlamadan önce emekliliğini açıklamıştı. Basketbolu bıraktığında 27 yaşındaydı. “Henüz gencim. Ancak dizlerim 70 yaşındaki bir adamın dizlerinden farksız” diyordu oyuna veda ederken.

Emeklilik kararını dizlerinden geçirdiği sakatlıklar sonrası almıştı B-Roy. İki dizinde de kıkırdak kalmamıştı. En son ameliyatı sonrası geri dönüşünde, o sene şampiyon olacak Dallas’ın içine epey korku salmıştı neredeyse hareket bile edemiyor olmasına rağmen. Serinin 4. maçında son çeyrekte tam 18 sayı atıp, takımının maçı 23 sayıdan gelerek kazanmasını sağlamıştı. Rose Garden adeta yıkılmıştı. O nefis geceyi bir hatırlayalım:



Peki ne oldu da emekliliğinin bir yılı dolmadan geri dönmeye karar verdi Roy?

Son bir yıl içinde Peter Wehling adını duymuş olma ihtimaliniz hayli yüksek. Kendisi bir moleküler orptopedist. Almanyalı. İkamet yeri Düsseldorf.  Wehling, kıkırdak sorunlarını ve bunlara bağlı kireçlenmeleri tamamen iyileştirebilen Dünya üzerindeki tek kişi olduğunu iddia ediyor. Devrimsel ve yenilikçi bir tedavi tekniği geliştirmiş. Bu tedavi ABD’de henüz resmi olarak tanınmıyor ama bazı doktorlar Wehling’e gidip yöntemini öğreniyor. Orthokine ve Platelet Rich Plasma adlı iki tedavi yöntemi var. Bunu açıklayacak yeterli tıp bilgisine tabii ki sahip değilim ama Los Angeles Lakers doktoru Gary Vitti’nin tedavi hakkındaki detaylı bir açıklamasına buradan ulaşabilirsiniz.

Peter Wehling, Papa II. Jean Paul’un doktoru. Andrew Bynum, Tracy McGrady ve önemli bir beyzbol yıldızı olan Alex Rodriguez gibi isimlerin de ona görünmüşlüğü var. Ama tüm gezegende en büyük çıkışını Kobe Bryant’ı tedavi ederek yaptı.

Peter Wehling
Kobe’nin durumu da Brandon Roy’a yakındı. Sağ dizinden geçirdiği sakatlıklar ve operasyonların ardından o eklemdeki kıkırdak neredeyse tamamen bitmişti ve kemik kemiğe değecek noktaya gelmişti. Kobe pek çok hareketi yapmakta zorlanıyordu ve 2010-11 sezonunu doğru düzgün antrenman bile yapamadan geçirdi. Ancak geçtiğimiz yaz iki defa Wehling’in kliniğini ziyaret etti ve mucizevi bir sonuç aldı.

Wehling, hastasından önce kan alıyor. Bu kanı manipüle ediyor ve içerisine bir takım kimyasallar ekledikten sonra bu karışımı hastadaki sorunlu bölgeye enjekte ediyor. (Dediğim gibi yukarıdaki linke bakarsanız daha iyi olur)

Kobe Bryant, Wehling’in operasyonu sayesinde bu sezon zamanı adeta 3-4 sene geri sarmış gibiydi. Koşabiliyor, sıçrayabiliyor, ani yön değiştirebiliyor ve acı duymuyordu. Bir önceki sezonun ardından yeniden antrenman yapmaya başladı ki güçlü kalması adına antrenmanları kaçırmaması gereken bir yaşta artık. Kendisi de yüzde 100 olarak iyileştiğini ve dizinin adeta yeniden yaratılmış gibi olduğunu söylecekti sezon ortasında.

Yalnız Peter Wehling’in Kobe’de uyguladığı tedavi Orthokine therapy idi. Brandon Roy’da ise durum biraz farklı. Onda dizden trombosit alındı ve bazı işlemlerden geçtikten sonra sorunlu bölgeye geri enjekte edildi. Yani bu Platelet Rich Plasma Therapy oluyor. (Yeniden, Vitti’nin açıklamasına bakmanızda fayda var)

Brandon Roy'un emekliyken en fazla takıldığı yer!

Brandon Roy, geri dönüş kararını açıklayana kadar, Peter Wehling’e göründüğü basında neredeyse hiç yer bulmadı. Şimdi o da -tıpkı Kobe gibi- dizlerinin oldukça iyi durumunda olduğunu söylüyor. Hatta “Yeterince iyi olduğumdan emin olmasam dönmeye çalışmazdım” dedi. Ancak bazı doktorlar yeterince umutlu değil. Kobe’nin dizinde az da olsa kıkırdak kaldığı için tedavinin mümkün olduğunu, ancak Roy’da hiç kıkırdak kalmadığı için onarılabilecek bir doku bile olmadığını söylüyorlar. Onlara göre Roy’un acısı bir ölçüde azaltılabilir ama sorun tamamen çözülemez. Zaman içinde problemin tekrar eski haline döneceğini düşünüyorlar.

Peter Wehling dâhiyane bir adam. Kısa süre içinde mucizevi işler yaptı. Kobe’nin neredeyse bitme noktasına gelen dizlerinde ve kariyerinde zamanı geri sarmış olması, Brandon Roy’u da eski günlerine döndürebileceğine dair umut veriyor herkese.

Wehling, geçen yaz adeta ölüyü diriltti. Brandon Roy’u da sağlığına kavuşturursa bir anlamda tanrıyı oynamış olacak. Roy’un durumu nasıl olacak şu an için bilinmez. Ama dahi doktor Peter Wehling, hiç şüphesiz, modern zamanlardaki Doktor Frankenstein…


Lakerland

Steve Nash’in Lakers ile anlaşması herkes için büyük sürpriz oldu. Anlaşmanın üzerinden bir hafta kadar geçmesine rağmen Nash bile halen bir Laker olduğuna inanamadığını söylüyor. Shaq sonrası dönemde Kobe her şeyi tek başına yapmaya çalışırken hep Suns’a çarpıp geri tepmişti Lakers. O dönem karşılıklı olarak pek çok savaşa girdi bu ikili. Bundan sonraki ilk savaşları ise birlikte olacak.


Steve Nash, John Stockton döneminden sonra izlediğimiz uzak ara en iyi iki oyun kurucudan biri (diğeri tabii ki Jason Kidd). Onun Lakers'a gelişi ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor; Lakers, Magic Johnson’dan beri ilk kez elit bir oyun kurucuya sahip ve Kobe Bryant kariyeri boyunca ilk kez “gerçek” bir oyun kurucuyla oynayacak. Kobe lige geldiğinden beri (96-97) Lakers’ta herhangi bir sezonda 7’nin üzerine asist ortalaması tutturmuş tek oyuncu Nick Van Exel (8.5/maç ‘96-97).

Phil Jackson’un takımın başına geçtiği 1999 yılından geçtiğimiz sezon başına kadar (Jackson’un 04-05'teki arası hariç) takım hep Üçgen Hücum oynadı. Bu sistemde saf bir oyun kurucuya ihtiyaç yoktu ve Kobe genelde 1.5 numaralarla veya takımı organize etmekten bihaber sözde 1 numaralarla oynadı. Bu deneyim onun için de bir ilk olacak. Hem de 34 yaşında!

Bir oyun kurucu, takıma etki edebilmek, hücumu organize edebilmek için topa sahip olmak zorunda. Eh, diğer yanda ise Kobe, sahaya top elinde olmadan hükmetmeyi hiçbir zaman öğrenemedi. Peki Nash ve Kobe ikilisi birlikte nasıl bir yapı oluşturacak? ESPN’in Synergy Sports’un enfes verilerini kullanarak yayınladığı bir yazından bolca (ç)alıntılayarak bir şeyler anlatmaya çalışacağım.

Bir kere şunu kabul edelim; Nash 38 yaşında bile muazzam bir oyuncu. Türkiye’ye gelmediği için “Nash bitmiş” yazan bir gerizekalı da çıkmadı. Geride bıraktığımız sezondaki asist ortalaması tam 10.7. Belki asist ortalamasında Rondo’nun (11.7) arkasında ikinciydi ama asist yüzdesinde[1] tüm ligi arkasında bıraktı.


Geride kalan sezonda Lakers’ta asist yüzdesi en yüksek olan isim yüzde 33 ile Ramon Sessions. Onun dışında 2004’ten beri Lakers’ta yüzde 22’yi geçen oyuncu yok. Steve Nash ise kariyeri boyunca yüzde 25’in altına hiç inmedi ve son üç sezonun tamamında 50’nin üzerinde kaldı.

Nash, geçen sezon oynadığı pick & roll’ların yüzde 62’sinde arkadaşlarına pas vermeyi tercih etti. Oynadığı bire birlerin ise yüzde 54’ünde potaya gitmek veya şut atmak yerine topu arkadaşlarına aktardı. Bu iki farklı alanda da verdiği paslar sonrası takım arkadaşları, şutları yüzde 51 isabetle soktu.

Kobe’de ise şaşılmayacak şekilde istatistikler çok daha zıt. Pick & Roll çıkışlarının yüzde 48.9’unda pas verirken, oynadığı bire birlerde pas verme oranında ligin neredeyse dibinde.


Tabloda da gördüğümüz gibi, Kobe, oynadığı izolasyonların sadece yüzde 13.7’inde arkadaşlarını hatırlıyor. Bu paslar üzerinden arkadaşlarının isabet oranı yüzde 39. Pick & Roll çıkışlarında verdiği paslarda ise 49. Yani takımın iyiliği için topu biraz (biraz mı!?) Nash’e bırakmak zorunda.

Kobe’nin iyi bir oyun kurucuyla oynamadığını, Lakers’ın hücum sisteminin ne kadar verimsiz olduğunu anlamak için Kobe’nin sezon boyunca kaç tane müsait atış bulabildiğine bakalım. Kara Mamba, yıl boyunca kullandığı şutların yalnızca yüzde 35.2’sinde boştu. Ki bu rakam, onu ligde son sıraya yerleştiriyor. Yani ligde en az müsait atış bulan isim durumunda Kobe Bryant.


Kobe, bulduğu boş atışlarda ise yüzde 51.1’lik bir isabet oranı tutturdu. Bu da, onu bu kategoride ligde 11. sıraya yerleştiriyor, takımında ise zirveye.

Kobe ve Nash’in hücumdaki artı ve eksileri, tam da birbirlerini tamamlayacak nitelikte. Kobe, Nash’in topa sahip olmasına izin verirse, bu ona direkt olarak müsait atış şeklinde dönecek. Tabii bu, enerjiden de tasarruf anlamına geliyor. Nash’in takımdaki diğer oyunculara (özellikle Gasol ve Bynum) hazırlayacağı uygun pozisyonlar da işin bir diğer olumlu yanı.

Ancak burada tüm iş Kobe’ye düşüyor. Kara Mamba, kariyeri boyunca topu kimseyle paylaşamadı. Herkes onun 4-5 yıldır fazlasıyla olgunlaştığını düşünse de, Shaquille O’Neal’ın Heat’e takas olduğu 2004 yazından beri yanında hiçbir zaman bir süper yıldız olmadı. Yani parkede yaptıklarına ağzını açabilecek, ona sesini çıkarabilecek kimse yoktu civarda. Ancak artık 34 yaşında ve yeni bir yüzük için gerekenleri her zamankinden daha iyi biliyor olmalı.

Kobe'nin Nash ile göstereceği uyum, hiç şüphesiz, Lakers’ın yeniden contender olmasında kilit faktör olacak.


[1] Oyuncunun, sahada olduğu dönemde atılan basketlerin yüzde kaçının asistini yaptığını gösteren istatistik


"Ne yaptın Deron!?"

Dallas, geçtiğimiz yıldan beri bu yaza hazırlanıyordu. Salary cap'lerini yeterince boşalttılar. Ana hedefleri Deron Williams'tı. Ligin en iyi oyun kurucularından biri olan Williams'ı Mavericks'e getirip, sonrasında da yakın dostu Dwight Howard'a kanca atacaklardı bir şekilde. Ancak evdeki hesap çarşıdakine uymadı. Deron Williams, Brooklyn Nets ile 5 yıl - $98 milyonluk yeni bir kontrat imzalayınca Mavs'in tüm planları altüst oldu.


Şimdi B planına geçiş zamanı. Bu yaz pazarda aktif olmayıp, salary cap'lerindeki boşluğu gelecek yaz serbest kalacak Chris Paul, Dwight Howard, James Harden gibi yıldızlar için bekletebilirler.

Diğer bir seçenek de, tabii ki, 2012 serbest oyuncu piyasasından bir şeyler kapmak. Takımlarıyla anlaşamayan Lin ve Dragic ile ilgilendikleri konuşuluyor. Sezon bitiminden beri Deron Williams ile aynı takıma gitme planı yapan Jason Kidd de, Nets'in midl-level exception'ını Mirza Teletovic'e vermesinden sonra Dallas'a dönebilir. Nash de ihtimaller arasında ama o New York yolcusu gibi.

Edit: Bu yazıyı yazdıktan iki gün sonra da Jason Kidd takımdan ayrıldı. Knicks'e gidiyor. Şu an Dallas'taki kontratlı oyuncu sayısı 7.



Kobe, 10 yaşındaki bir kızla oynarken bile rekabetçi!



Draft 2012

Hiç şüphesiz 2012 NBA Draft’ı, son yıllardaki en derin ve en kaliteli draft oldu. Bir takımı sırtına alıp, yıllarca taşıyabilecek belki sadece bir oyuncu vardı. Ama 20’li sıralara gelindiğinde bile önemli yetenekler bulmak halen mümkündü.

İlk sıra seçiminde herhangi bir sürpriz olmadı. Anthony Davis’in 2012 draftının zirvesinde yer alacağı, liseden mezun olduğu günden beri belliydi. Davis zayıf bir hücuma sahip olsa da muhteşem bir savunmacı. Kentucky’nin NCAA şampiyonluğunda çok büyük bir faktördü. Ibaka’dan bile daha iyi bir blokçu. Pek çoklarına göre Kevin Garnett’in en iyi döneminden bile daha iyi bir savunmacı olacak. Oyunu savunmasıyla domine edebilen bir isim “the Unibrow”.

Anthony Davis

İlk sırada Davis’i seçen New Orleans Hornets, 10. sıradan seçme hakkına da sahipti. Bu haklarını da Duke guardı Austin Rivers’tan yana kullandılar. Austin, Celtics coachu Doc Rivers’ın oğlu. Ekstra meziyetlere sahip bir isim. Son derece iyi bir top hakimiyeti var ve çembere gitme konusunda asla sıkıntı çekmiyor. Ama şutu oldukça istikrarsız. Potaya drive ettiğinde yeterince iyi bir bitirici değil ve bir oyun kurucu olarak karar mekanizmasının çok üst düzey olduğu söylenemez. Ama Rivers hakkındaki en büyük eksi, şişkin egosu. Sezon içinde ezeli rakipleri North Carolina’ya attığı son saniye üçlüğü sonrası çıktığı ilk maçta sahada kendisi Kobe sanırcasına geziniyordu Rivers! Sezon başında ilk 5 sıradan gitmesine kesin gözüyle bakılıyordu. 10. sıraya kadar gerilemesini sağlayan da “Ben sahadaki en büyük oyuncuyum” tavrı oldu. Ama yeteneklerinden kimse şüphe edemez. Hornets, bu yaz sınırlı serbest oyuncu statüsüne sahip Eric Gordon’u takımda tutarsa, ellerinde genç ve harika bir üçlü olacak.

İkinci sıradan kimin seçileceği uzun süre soru işaretiydi. Pek çok kişi, Charlotte Bobcats’in Kansas power forveti Thomas Robinson’u seçmesini beklerken, onlar Kentucky forveti Michael Kidd-Gilchrist’i tercih etti. MKG, yaş olarak drafttaki en küçük ikinci oyuncu. Ama müthiş bir sahi içi lider ve daha şimdiden NBA’e hazır bir fiziği var. Çok üst düzey bir savunmacı olduğuna şüphe yok ama lise kariyeri dahil hiçbir zaman iyi bir hücumcu olmadı. Bobcats’in ondan verim almak için etrafına iyi bir takım kurması gerekiyor ama önümüzdeki en az 3 yıl boyunca bu pek olası görünmüyor.

Dion Waiters
Cleveland Cavaliers, draft gecesi 2. sıraya çıkmak için çok uğraştı. Bobcats’e 4. sıra hakları ve Anderson Varejao’yu önerdiler ama teklifleri kabul edilmedi. Amaçları Bradley Beal’ı kaçırmamak ve Kyrie Irving gibi müthiş bir oyuncunun yanına oldukça iyi bir skorer dış adam daha eklemekti. Beal’i 3. sıradan Washington Wizards çaldı ve aynı kombinasyonu John Wall ile yarattı. Cavs ise Thomas Robinson’u atlayıp, 4. sıradan ciddi bir kumar oynayarak Dion Waiters’ı seçti. Waiters oldukça iyi bir skorer. Ama menajeri draft öncesi enteresan bir hamle yaparak, Syracuse guardının adeta bir şehir efsanesine dönüşmesini sağladı. Waiters hiçbir takımla ne yüz yüze herhangi bir görüşme yaptı ne de workout’a çıktı. Bu şekilde tam bir kapalı kutu halini aldı ve hakkında efsaneler aldı başını yürüdü. Dwyane Wade olabileceğini söyleyen de vardı, büyük bir balon olacağını iddia eden de. Sonuçta Cavs şansını denedi ve bunun nasıl sonuç vereceğini yeni sezonda göreceğiz.

Uzun süre ikinci sıradan seçileceği düşünülen, ama skorer guard sevdası sebebiyle biraz kayan Thomas Robinson, beşinci sıradan Sacramento Kings tarafından kapıldı. DeMarcus Cousins ile kağıt üzerinde akıl almaz işler yapma potansiyeli olan bir ikili olacaklar. Ama çatlak Cousins, umarım kendine benzetmez Robinson’u. T-Rob, çok kısa bir süre içerisinde annesini, büyükbabasını ve büyükannesini kaybetmiş, ondan sonra adeta bambaşka bir oyuncuya dönüşmüştü. Eski Jayhawks forveti son derece gururlu ve rekabetçi bir isim. NBA’de kendine özel bir ad yapacağına hiç şüphe yok.

Lottery’ye girmek için sezon boyunca ciddi uğraş veren Portland Trail Blazers, 6 ve 11. sıra seçme haklarıyla, takas süresinin son gününde aniden başlattığı yeniden yapılanmayı sağlıklı bir şekilde yürütme şansına sahipti. Fena hamleler de yapmadılar. Altıncı sıra haklarıyla Weber State’den Damian Lillard’ı seçtiler. Lillard enteresan bir adam. Kolejde 4 yılı geride bıraktı (evet, diplomasını da aldı) ve küçük bir okulda muhteşem istatistikler yakaladı. Hiçbir sezonu boyunca yüzde 42’lik şut yüzdesinin altına inmedi -ki bir guard için son derece iyi bir oran- ve müthiş skorer bir görüntü çizdi. Kendisiyle ilgili tek soru işareti, yeteneklerini NBA seviyesine uyarlayıp uyarlayamayacağı. Portland, lottery’deki diğer hakkıyla da Illinois Üniversitesi’nin 2.13’lük beyaz uzunu Meyers Leonard’ı seçti. Leonard, fiziğine göre oldukça iyi bir atlet ve önemli bir blokçu. Boyalı alanda skor yeteneği de üst düzey. Ama bire bir savunmasını geliştirmesi ve güçlenmesi şart. Portland, iyi olma potansiyeline sahip iki isim seçti. Ama yeni sezon başlamadan, bu ikilinin yeteneklerini parkeye ne ölçüde yansıtabileceğini asla bilemeyeceğiz.

Harrison Barnes
North Carolina forveti Harrison Barnes, drafta geçen yıl girseydi Kyrie Irving’in bile önünde seçilebilirdi. Ama bu sene işler onun adına aynı şekilde gitmedi. Barnes, kendisinden beklenen gelişimi göstermekten uzak kaldı. Ancak en büyük sorun, maç esnasında halen kaybolup gidebiliyor olması. Bunun dışında yeteneklerinden kimsenin şüphesi yok. Çok iyi bir orta mesafe oyunu var ve nasıl sayı yapacağını gayet iyi biliyor. Kafasını sahada tutabildiği zamanlarda takımını sırtına alıp tek başına götürebilecek bir isim. Ama işte sorun da bu; kendini oyuna ne kadar odaklayabilecek? Barnes, yedinci sırada Golden State Warriors tarafından draft edildi. Steph Curry ve geçen yıl iyi bir çaylak sezonu geçiren Klay Thomspon’un yanına yetenekli bir kısa forvet eklemiş oldular. Sakatlıklardan uzak kalabilirlerse Curry - Thompson - Barnes - Lee - Bogut beşinin neler yapabileceğini düşünebiliyor musunuz? Heyecan verici olacak.

8. sırada draftın ilk büyük sürprizi gerçekleşti. Toronto, mock draftlarda 13-16 civarı gösterilen şutör guard Terrence Ross’u seçerek pek çok kişiyi yanılttı. Ross çok iyi bir atlet ve önemli bir şutör. Ancak NBA’de tutunabilmek için cılız fiziğini önemli ölçüde geliştirmek zorunda. Raptors, Jose Calderon’u serbest bırakabilir. Organizasyonun farklı bir yöne gideceğini öngörebiliriz.

Bu yılki draftta takımların genelde dış oyuncu peşinde koşması, draft sınıfının en iyi uzunlarından biri olan Andre Drummond’un da biraz gerilemesine sebep oldu. 9. sıradan John Henson’u seçmesi beklenen Pistons, önünde UConn pivotunu görünce hiç düşünmeden seçimini yaptı. Drummond, savunmacı bir uzun. Oldukça iyi bir atlet ve önemli bir blokçu. Geliştirmesi gereken hücumu dışında en büyük eksiği, tıpkı Harrison Barnes gibi maç içinde bazen kayboluyor oluşu. Çalışma ve kendini geliştirme azmi de zaman zaman sorgulanıyor. Ama potansiyeli yüksek. NBA’de önemli bir uzun olmak için önünde herhangi bir engel olduğu söylenemez. Ama Drummond ve Monroe ile Pistons’un pota altı biraz ağır oldu. Bu, sezon içinde canlarını biraz sıkabilecek bir durum.

Houston Rockets, draft öncesinde bir Dwight Howard aşkına geldi ki sormayın. Normalde 16. sıralı seçme hakkına sahiptiler ancak yaptıkları takas hamleleriyle 12, 16 ve 18. sıraları edindiler. Amaçları ilk 10 sıra içinde olabildiğince fazla hakka sahip olup, Orlando Magic’i tatmin edecek bir paket oluşturmaktı. Ancak ilk 10 içine girmeyi başaramadılar. Buna rağmen, draftın kazananlarından biri olduklarına hiç şüphe yok. Ellerindeki üç hakla UConn’dan Jeremy Lamb, Kentucky’den Terrence Jones ve Iowa State’den Royce White’ı seçtiler. 

Terrence Jones

Lamb, fiziği sayıf olsa da iyi bir atlet ve çok geniş bir kol açıklığına sahip. İyi bir skorer ancak bununla sınırlı kalmayıp oyunun iki yönüne de önem veren bir isim. Son derece de istikrarlı bir oyuncu. Terrence Jones, muazzam Kentucky kadrosunun en önemli görev adamlarından biriydi. İki forvet pozisyonunu da oynayabilen (NBA’de muhtemelen PF oynayacaktır) kaya kadar sert bir oyuncu. Fena bir pasör değil ve son derece iyi bir savunmacı. Ancak hücumu ve şutu ciddi anlamda zayıf. Royce White ise enteresan bir adam. Jones gibi oldukça sert ve mücadeleci. Çok yönlü bir isim ve istatistik kağıdında doldurmadığı kategori yok. Ancak en önemli kusuru, kendisinde anksiyete bozukluğu olması. Mental sorunları oyununun önüne geçmezse, son derece iyi bir oyuncu olacağı kesin.

Lottery olan diğer iki oyuncu ise, North Carolina’dan Kendall Marshall ve John Henson. Suns’ta Nash dönemi artık sona erdi ve yeni dönemde güvenebilecekleri bir oyun kurucu buldular. Marshall’ı Nash ile kıyaslamak tabii ki saçmalık ve kendisine haksızlık olur ama üst düzey meziyetleri olan bir isim olduğu bir gerçek. Kendisi tam bir Andre Miller. Atlet değil ama vücudunu kullanmayı çok iyi biliyor. 20 sayı ortalaması yakalayacak bir skorer değil ama muhteşem pas ve saha görüşüne sahip. Suns eğer Marshall’ın etrafında iyi bir yapı oluşturabilirse, oyun kurucu pozisyonunda sorun yaşamayacağı kesin.

Milwauee Bucks tarafından seçilen Henson ise savunmacı bir power forvet. Üst düzey bir atlet, savunmaya çokça çaba harcayan bir isim ve iyi bir ribauntçu. Uzun kollara sahip ama vücudunun üst bölümü fazlasıyla zayıf. Yaz aylarında odaklanacağı konu ekseriyetle bu olacak. Hücum repertuvarı da oldukça sınırlı.

2012 NBA Draftı oldukça büyük iki de sürprize sahne oldu. Draft sınıfındaki en yetenekli oyunculardan Jared Sullinger ve Perry Jones, draft gecesi adeta serbest inişe geçti. Sezon başından bu yana ikisinin de ilk 10 sıra içinde seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Hatta Sullinger’ın ilk 5’e girebileceği dahi konuşuluyordu. İkisinin de bu denli düşmesinin sebebi, drafttan kısa bir süre önce haklarında yayınlanan doktor raporları. Sullinger’ın belinde, Perry Jones’un da dizinde sorun olduğu/olabileceği bilgisi, basında da kısa sürede yankı buldu ve takımlar bu iki oyuncuyu seçmekten kaçındı. Tabii ilk 20’de fazlasıyla yetenek olması, GM’leri riske girmekten kaçındıran ana etmendi.

Sullinger, 21. sırada Boston Celtics tarafından, Jones ise 28. sırada Oklahoma City Thunder tarafından seçildi. Bu iki tercihe de şöyle bakabiliriz:

Jared Sullinger

Boston Celtics’te Büyük Üçlü döneminin bu yaz sona erme ihtimali var. Ray Allen takımdan ayrılabilir. Emekliliği dahi düşünen Kevin Garnett’in Celtics ile yeniden imzalayacağı konuşuluyor (siz bu yazıyı okurken transferler sonlanmış dahi olabilir). KG, 2012 playoff’larına gençlik pınarından gelmiş gibi göründüyse de yaşı artık hayli ilerlerdi. Kalp ameliyatı nedeniyle tüm sezonu kaçıran Jeff Green’in de sözleşmesi sona erdi ki onun da kalma durumu belli değil. Kısacası Celtics’in önünde çok kolay olmayan bir yaz ve yeni sezon var. Bir değişiklik yapmak, bir fark yaratmak adına Jared Sullinger, kesinlikle göze alınabilecek bir riskti. Kendisi son derece yetenekli bir boyalı alan oyuncusu ve bir süper yıldız olmasa da, takımına oldukça önemli katkılar verebilecek bir isim. Fazla kiloları nedeniyle tüm sezon eleştirildi ve belindeki sorunun sebebi bu bile olabilir. Ancak sezon bitimine doğru hayli zayıflamıştı. Eğer sağlıklı kalırsa, Celtics muazzam bir parça kazanmış olacak.

Perry Jones
Oklahoma City’nin durumu ise Celtics’e yakın. Ancak oynadıkları kumar karşısında kaybedebilecekleri hiçbir şey yok. Zaten çok iyi bir takım durumundalar. Dratın 28. sırasında da çok önemli bir oyuncu çıkarmayı beklemezsiniz. Perry Jones kesinlikle yetenekli bir oyuncu. Buna kimsenin şüphesi yok. Ama sakatlığının dizinde olması, kendisi hakkındaki kuşkuları iyice artırdı. Eğer önemli bir sorun yaşamazsa, OKC’nin en büyük sorunu olan boyalı alandaki skor sıkıntısı çözüm bulacak. Heat’in 4 kısalı sistemine karşılık verememeleri, NBA finallerinde tüm sistemlerini altüst etmişti. Sağlıklı bir Perry Jones (ki kendisi zaten bir lottery pick yeteneği), Thunder’ın en önemli sorununu aşmasını ve çok daha keskin bir takım olmasını sağlayacaktır. Andrey Vorontsevich’in de gelecek sezon Thunder’da olacağını unutmayalım. Perry Jones’un ciddi bir sakatlık geçirmesi durumunda alternatifleri yine hazır.

Bu sene, son yıllardaki tartışmasız en derin NBA draftını izledik. Yazının başında değindiğim gibi Anthony Davis dışında bir franchise player yok belki. Ama bir ya da iki yıldıza sahip iyi bir takımda çok önemli işler yapacak pek çok oyuncu var. Bu isimleri NBA’de görmek için gerçekten sabırsızlanıyorum. Lokavt nedeniyle kısaltılan ve hızlandırılan sezonda düşen temponun ardından gelecek yıl her şey normale dönüyor. Artan yetenek miktarıyla birlikte çok kaliteli bir sezon olacağına en ufak bir şüphe yok. Ekim ayı bir an önce gelsin!