"Böyle Olmaz!"


David Stern tam bir kontrol manyağı mı? Bilmiyorum. Ama o ve ekibinin aldığı kararlar oyuncuları zaman zaman rahatsız edebiliyor. Sakat oyuncuların bench arkasında otururken giyeceği kıyafetlerle ilgili yönetmelik getirilmesi zamanında çok tartışılmıştı. Onun döneminde iki kez lokavt oldu. Bu sene hakemleri aldatmaya yönelik hareketlere (flopping) para cezası ve belli bir miktardan sonra maç cezası geliyor. En son uygulama ise maç öncesi rutinlere getirilen zaman sınırlaması. Bugüne kadar pek çok kişiden NBA maçlarının programda gösterilen saatten 10-12 dakika kadar geç başlama sebebine ilişkin sorular duydum. Ulusal kanalda yayınlanan maçlardaki reklam kuşağını uzatma çabası yanında, oyuncuların kişisel rutinlerinin de önemi var bu gecikmede.

Ve yeni kuralımız gelir... Artık oyuncular maç öncesi yapmak istediklerini, takımlar anons edildikten sonraki 90 saniyeye sığdırmak zorunda. LeBron James'in pudra şovunu bu sürede bitirmesi gerekecek. Kevin Garnett potayı tutan direğin süngerine kafa atacaksa, o da biraz hızlı olmalı.

Oyuncular, durumdan -tahmin edebileceğiniz gibi- memnun değil.

"Bunu sevmedim. Ligdeki herkesin belli bir rutini var. Maç öncesi yapmak istediği bazı ritüelleri var. Taraftarlar da bundan keyif alıyor," diyor OKC Thunder yıldızı Kevin Durant.

Lokavt döneminden beri David Stern ile arası kötü olan Dwyane Wade ise Durant'ten biraz daha sert: "Çok da büyütmemek lazım. Onları ligi, onların kuralları!"

Bu kurala da bir süre sonra alışılacaktır. Ama  NBA TV'nin bazı keyifli montajlarından mahrum kalacağımız da bir gerçek.





Yeni Sezon


Yeni sezona artık çok kısa bir süre kaldı. Tüm yazı pek çok şey okuyarak, sevdiğimiz takımların oluşturabilecekleri yapıları kafamızda kurarak geçirdik. Büyük gün nihayet geliyor.

Hayatımda pre-season maçı izlemedim. O müthiş açılış gecesi öncesi heyecanımın yüzde bir oranında bile azalmasını istemiyorum. Bu sene de ilk maça kadar özetlere bile bakmıyorum açıkçası. Ama kafamda gruplandırdığım belli ekipler var. Bazılarını izlemek için sabredemiyorum, bazılarındansa uzak duruyorum!

- Görmek için çıldırdığım takımlar: Lakers, Nuggets, T'Wolves

- İzlemeyi heyecanla beklediğim takımlar: Celtics, Cavs, Wizards, Kings, 76'ers

- Pek de umrumda olmayan takım: Magic (maalesef)

- Acilen playoff'a dönmesini umut ettiğim takım: Raptors. Seyircileri playoff'ta bambaşka bir hal alıyor (EPL mode: On)



Bir JJ Redick Değil!

Eğer sıra dışı yetenekleriniz yoksa, aldığınız süre büyük ölçüde savunmadaki başarınızla orantılıdır. Jimmer Fredette geçtiğimiz sezona kadar bu durumla hiç karşılaşmamıştı. NBA’e oldukça yüksek bir reputasyonla gelmesini ve bazı önemli dezavantajlarına rağmen draftta 10. sıradan seçilmesini istisnai yeteneğine ve bunu kolejde sonuna kadar sergilemiş olmasına borçlu.

Dört yıllık BYU (Brigham Young University) kariyerinde, skor potansiyeliyle herkesin ilgisini çekmeyi başarmıştı Fredette. Fazla göze batmayan ilk iki sezonun ardından adeta bir sayı makinesine dönüştü. Kolejdeki üçüncü yılında 22.1, son yılında ise tam 28.9 sayı ortalaması tutturdu. BYU kariyeri boyunca yakaladığı üç sayı yüzdesi 40, saha içi isabeti 45, serbest atış isabeti ise 88. Bir guard için elit bir seviye.

Ancak izleyenleri asıl cezbeden, Jimmer’ın sahip olduğu özgüvendi. Asla tereddüt etmeyen, transition’da erken atış kullanmaktan çekinmeyen ve bunları çok (gerçekten çok) uzaktan yapan bir isimdi Fredette. Bu özgüven sonucu aşağıdaki gibi görüntüler oluşuyordu.




Ancak keskin şutör Fredette drafta gelirken, hakkında bazı soru işaretleri vardı. Fiziği onu NBA seviyesinde zorlayacak mıydı? Doğasında skor yapmak olan bir oyuncu, oyun kuruculuk görevini üstlendiğinde sıkıntı doğacak mıydı? NCAA’de çok zor olmayan bir konferansta (WCC) oynaması aldatıcı bir durum muydu?

Zaman, bu kuşkuların hepsini kısmen de olsa doğru çıkardı. Fredette, oyun tarzını çok alışık olmadığı bir role uyarlamaya çalışırken, Kings başka problemlerle uğraşıyordu. Takım, coach Paul Westphal’in kovulmasına sebep olacak arıza DeMarcus Cousins ve çaylak sezonundan sonra kendini tamamen kaybeden Tyreke Evans gibi dertlere sahipti.

Bu ortamda Jimmer Fredette de istediği ritmi bir türlü bulamadı. Sezonun ilk ayında 23 dakika olan ortalaması, ikinci ay 14’e geriledi. Sezon ortalaması ise 18. Aynı şekilde yüzde 40 ile attığı üç sayı isabet oranı sezon sonuna doğru 33’e kadar geriledi. Tabii ki 9.3 olan sayı ortalaması da 5.6’yı gördü. Rotasyondaki yerini de draftın 60. sırasından (son sıra) seçilen Isaiah Thomas’a kaptırdı sezon içinde. Ama Thomas’a da hakkını vermem lazım. Gerçekten sürpriz bir çıkış yaptı ve kendisini hayli beğeniyorum.

Ancak bunlardan farklı olan en önemli şey, Fredette’in özgüvenini de kaybetmesiydi. Kolejde rakip potaları adeta taarruza tutan Fredette, NBA’de daha tedirgin şut atmaya ve seçici olmaya başlamıştı.

Bir şutörün ritmini bulabilmesi için en önemli şey yeterince dakika almasıdır. Pek parlak geçmeyen çaylak sezonunun ardından, sorunu çok iyi analiz etmiş genç oyuncu:

“Sahada olabildiğince fazla kalmak istiyorum. Coach Smart’ın takımında daha fazla dakika alabilmeniz için yapmanız gereken ilk şey savunmadır. Sanırım bunu yapabilirim,” diyor keskin şutör.

“Rakibinizin önünde kalmalı ve biraz da vücudunuzu kullanmalısınız. Sizi geçmelerine izin vermemelisiniz. 6 faul yapma hakkınız var ve bunu akıllıca kullanmalısınız.”

Söylemek yapmaktan daha kolay. Bunları yapabilir mi Fredette? Göreceğiz. Öncelikli olarak yazın ne kadar güçlendiği önemli. Çaylak sezonunda ona sorun çıkaran ana etmenlerden biriydi bu durum. Savunma performansını artırdıkça sahada daha fazla kalabilir. Sahada daha fazla kalırsa ritim ve güven bulması daha kolay olabilir. Ve bunlar olursa (umalım ki) yeni bir JJ Redick izlemek durumunda kalmayız.

Herkes Jimmer-mania’yı geri istiyor. Jimmer’a göre geri dönüş yolu savunmadan geçiyor.

Yeni sezon keyifli olacak.



Lakerland 2.0

Topu paylaşmayı 16 yıllık profesyonel kariyeri boyunca öğrenememiş bir süper yıldızın çevresini neredeyse onun kadar itibarlı başka süper yıldızlarla donatırsanız, elinizde ligi altüst etme potansiyeli dışında başka bir şey daha olur; kocaman bir soru işareti.

Shaquille O’Neal’ın Lakers’tan gönderilişini Kobe Bryant’ın görkemli kariyerinde bir milat olarak görebiliriz. Öncesi hayli karanlık ve Phil Jackson’u bile pes etme noktasına getirecek, kaprislerle dolu bir süreç. Sonrası ise olgunlaştığı ve liderlik vasfı edindiği “yetişkinlik” dönemi. Ancak 2007 yazındaki takas talebi dışında herhangi bir sorun çıkarmadığı bu dönemde, kendi seviyesinde bir süper yıldızla oynamadığını unutmamakta fayda var. Pau Gasol harikulade bir oyuncu olsa da, Robin rolünde her daim mutlu olmuş ve Batman olmaya çalışmamış bir isim.

Ancak bu yıl işler biraz farklı. Kobe’nin etrafında Steve Nash ve Dwight Howard gibi geleceğin Hall of Famer’ları var. Tabii bu durum Lakers’ın kağıt üzerindeki potansiyeli dışında, takım içindeki rol dağılımının nasıl olacağı ve süper starların birbiriyle nasıl bir uyum oluşturacağını merak etmemize sebep oluyor. Zaten LA medyası da bu konuyu sezonun ilk antrenmanında gündeme getirmekten geri kalmadı.


Soru basit: “Lakers kimin takımı?”

“Yani işte, topu paylaşacağız… olaylarına girmek istemiyorum,” diyor Kobe. "Benim takımım. Ama ben emekli olduktan sonra Dwight’ın takımı olacak.”

Fazlasıyla net bir cevap. Ama etrafında bu kadar iyi oyuncular varken biraz daha “takım oyuncusu” gibi konuşabilirdi Kobe. Peki arkadaşları bu konuda ne düşünüyor?

“Bence bu, Kobe’in takımı,” diye konuşuyor sezonun ilk antrenmanı sonrasında Steve Nash. “Medyanın bakış açısına göre Kobe’nin. Ama aynı zamanda bizim de takımımız. Sorumlulukları herkes paylaşmak zorunda. Kobe her şeyi tek başına yapamaz. O, harika yaptığı işleri yapmaya devam edecek. Diğerleri ise kendi paylarına düşenleri yerine getirecek. Bu takım tartışmasız şekilde Kobe’nin. Kariyeri boyunca buradaydı ve şampiyonluklar kazandı. Ayrıca takımdaki en iyi oyuncu da o.”

Steve Nash ile Kobe Bryant, bu yıl iyi polis - kötü polis olacak. Buna hiç şüphe yok. Ama 38 yaşındaki bir oyuncun yorumundan ziyade, henüz 26 yaşında olan ve gelecek yaz serbest kalacak Dwight Howard’ın düşünceleri daha önemli.

“Bu süreçten geçmek istiyorum. Bu oyunu oynamış en iyi oyunculardan birinden öğreneceğim ve bunun için sabırsızlanıyorum. Kobe, bana karşı bazen sert olacak ki benim istediğim de bu. Çünkü bu beni daha iyi bir oyuncu yapacak ve daha iyi bir takım olacağız.”

Kobe’nin krallığını herkes tanımış gibi.

Oyuncular henüz cicim aylarında. Basına yaptıkları açıklamalardan ziyade biraz da parke üzerindeki duruma bakalım. Yaz aylarında, Steve Nash sign-and-trade ile Lakers’a geldiğinde Kobe ile nasıl bir ikili oluşturabileceklerine dair bir yazı yazmıştım. Buyurunuz.

Lakers, bu yıl Princeton hücum sistemi oynayacak. Princeton Üniversitesi’nin efsane coachu Pete Carril’in 60’lardaki Boston Celtics hücumlarından uyarladığı, alan paylaşımı ve doğru pas açılarını oluşturmak üzerine kurulu bir sistem. Bu yapının NBA’deki en iyi uygulayıcısı olduğu düşünülen Eddie Jordan da, asistan coach olarak Lakers staff’ına dahil oldu. Daha ilk antrenmanla birlikte Princeton çalışmaya başladı Lakers.

Coach Jordan, NBA TV’de Princeton Hücumu’nun bazı temel prensiplerini gösteriyor:


Bu da Princeton Üniversitesi’nin uygulayış şekli:



Bu sistemin son iyi uygulayıcısı 2000’lerin başındaki Sacramento Kings’ti. Ne denli keyif veren bir basketbol oynadıklarını hatırladığınıza eminim.

Burada en büyük soru işareti Dwight Howard’ın iyi bir pasör olmaması. Boyalı alanda Andrew Bynum’u upgrade etmeleri iyi oldu. Zira “Philly’li Bynum” yazısında da görüntü kullanarak anlattığım gibi, Bynum pas konusunda tam bir facia. Dediğim gibi Howard iyi bir pasör değil, ancak Bynum gibi bir kabus da değil. Geçen sezon takas deadline’ı öncesi Pau Gasol’u takas etmemeleri çok iyi oldu. Gasol, muazzam pas yeteneği sayesinde Princeton için müthiş bir parça. Ancak Princeton, yüksek posta çıkan 5 numaraya atılan ilk pasla başlıyor. Yani Howard’ı temel seviye de olsa dağıtıcı rolünde göreceğiz. Ancak Superman’in hız ve ayak çabukluğundan faydalanıp, ilk pas görevini Gasol’a verebilirler. Howard’ın çabuk ve hareketli olması da o bölgenin tıkanmasına engel olur.

Bu sistem, hücumun Kobe’ye bağlı kalmasını önlemeye çalışacak. Daha da önemlisi, Kobe’nin her şeyi tek başına yapmaya çalışmasının önüne geçmeyi ve ligdeki 17. sezonuna hazırlanın 34 yaşındaki Kara Mamba’yı toptan uzak tutup, enerjisini korumayı amaçlayacak. Steve Nash herhangi bir sakatlık sorunu yaşamadığı sürece, bu konuda bir sıkıntı olacakmış gibi de durmuyor.

Howard, pas yeteneğinin iyi olmaması nedeniyle Princeton için en ideal 5 numara değil. Hücumda pivot oyunu da Andrew Bynum’un gerisinde. Ancak onun mükemmel olduğu alanlar var tabii ki. Sıra dışı bir savunmacı olmasının dışında, hücumda içeriye yüzü dönük devrildiğinde durdurulması neredeyse imkansız. Yani pick & roll için nefis bir bitirici.


Steve Nash, geçen yıl oynadığı pick & roll’ların yüzde 59.5’inde arkadaşlarının sayıya ulaşmasını sağlamıştı. Bu alanda lig lideri. Dwight Howard ise, geçen sezon oynadığı pick & roll’ların yüzde 73.7’sini sayı yapmıştı. Bu alanda lig lideri.

Uzun lafın kısası; Lakers, ligin en iyi pick & roll oynatan oyun kurucusuna ve ligin en iyi pick & roll bitiren uzununa sahip. Bu konuda daha iyi bir ikili bulmanız imkânsız.

Zaten Mike Brown, Princeton dışında Nash’in ikili oyunlarını da sık sık kullanacaklarını söylemişti. Howard ve Nash’i izlemek keyifli olacak.

Pau Gasol, içeriye devrilme konusunda iyi olmasa da, orta mesafe ve geçen sezon biraz geliştirmiş gözüktüğü dış şutu sayesinde pick & pop için ideal bir uzun. Ve bu konuda da tabii ki yine Steve Nash!

Ayrıca Nash, ikili oyunlarda uzuna inemediği durumlarda yüzde 55 ile şut atmıştı geçen sezon. Eh, sahanın diğer ucunda bekleyen de bir Kobe var. Ço’ acayip şeyler bunlar!

Gasol’un şutundan bahsetmişken… Stan van Gundy, Magic’te Howard’dan maksimum verim alabilmek için yıllarca dört kısalı bir düzen ve hem hareketli hem de şutör 4 numaralar kullandı. Howard ilk defa eski tip bir power forvetle oynayacak. Gasol, pas yeteneğiyle bazı farklı avantajlar sunacak ama boyalı alanda Howard ile sıkışmamaları için iyi bir spacing şart. Devreye yine Princeton giriyor!

Biraz da kenara gelelim. Geçtiğimiz sezon, ligdeki 30 takım içinde en düşük sayı ortalaması tutturan bench (20.5) Lakers’a aitti. Şut yüzdesinde de 41.6 ile 20. sıradaydılar. Lakers, Kobe (34), Nash (38), Artest (33) ve Gasol (32) ile pek de genç olmayan bir beşe sahip. Yaşlı olmayan tek oyuncu Dwight Howard. Sezon içinde sakatlık sorunlarıyla boğuşabilirler ve playoff’a diri girebilmeleri için normal sezondaki yükleri çok olmamalı. Lakers bu alanda da fena işler yapmadı.

Jordan Hill, daha yüksek teklifleri reddederek Nash ile oynayabilmek için takımda kaldı. Fisher takasından gelen ve o dönemde sakat olan Hill, sezon sonuna doğru önemli katkı yapmıştı. Atletizm ve ribaund yeteneğiyle değerli bir isim. Sözleşmesi sona eren Antawn Jamison, minimum kontrat karşılığında Lakers’a geldi ki, diğer yıldızların yanında çok anılmasa da Kupchak’in bu yaz yaptığı önemli işlerden biri. Önemli bir skor potansiyeli var ve bunun için topu elinde uzun süre tutmaya gerek duymuyor. Hem de Howard’ın alışık olduğu bir 4 numara. Sixers şutör guardı Jodie Meeks de bu yıl Lakers forması giyecek. Önemli bir dış atıcı ve Lakers’ın uzun zamandır ihtiyacını hissettiği ceza şutörü olabilir. Onun istikrarlı şut sokması Kobe için daha fazla dinlenme, Howard ve Gasol için de daha fazla hareket alanı demek. Oyun kurucu mevkiinde 3. adam, Howard takasında gelen Chris Duhon. Ben onu Steve Blake’ten daha fazla beğeniyorum ama neler yapabileceğini göreceğiz. Geçen sezon pek katkı vermeyen Devin Ebanks de ana rotasyondaki son isim. Bu yıl boş şutları sokmaya başlamalı.

Unutmadan… İlk beşin son halkası Ron Artest, bu yazı çok iyi geçirmiş. Hayli zayıflamış. Kobe onu Indiana günlerinden beri bu kadar fit görmediğini söylüyor.


Lakers, 2003 yazında Karl Malone ve Gary Payton ile anlaşmış ve kâğıt üzerinde o zamana kadar kurulmuş en iyi kadrolardan birine sahip olmuştu. Herkes Lakers’ın rahatlıkla şampiyon olacağını düşünürken, finalde Detroit’e 4-1 yenilmişlerdi (Tek galibiyet de Luke Walton’un hiç hesapta yokken ortaya çıkıp katkı yaptığı ve Kobe’nin son saniye üçlüğü attığı maçta gelmişti).

O takım pek çok sıkıntı yaşamıştı. Kobe’nin neden olduğu soyunma odası problemleri, Karl Malone’un sakatlık sıkıntıları, Gary Payton’un Üçgen Hücum’a hiç uyum sağlayamayıp özgüvenini tamamen yitirmesi, vs.
Bu takımın, 2003-04 sezonundaki kadronun akıbetini yaşayıp yaşamayacağı merak konusu.

“O zamanki durum farklıydı,” diyor Kobe. “Malone ve Payton kariyerlerinin sonundaydı.

“Payton ve beni ele alırsanız, oyun tarzımız, topu almak istediğimiz yerler, post up yapma şekillerimiz oldukça benzerdi. Malone’un da boyalı alan oyunu Shaq’ınkine bir hayli benziyordu ve içeride biraz sıkışıyorlardı. Ama bu grup farklı.”

Evet, gerçekten de farklı. Muazzam bir dağıtıcı, tarihin gördüğü en iyi skorerlerden biri, Mike Brown’un tabiriyle boyalı alanın Steve Nash’i ve Shaq’tan sonra gördüğümüz en dominant uzun. Herkesin görev tanımı ve uzmanlık alanı birbirinden farklı. Kâğıt üzerinde kimse kimsenin işine engel olmayacakmış gibi görünüyor. Ancak burada en büyük iş Mike Brown’a düşüyor. Eğer işler iyi başlamazsa, genç coachun bu kadroyu taşıyamadığı yönünde eleştiriler okuyacağız. Süper yıldızlarını iyi yönetmek zorunda Brown. Ayrıca her oyuncunun birbirinden farklı olan yeteneklerini en verimli şekilde kullanması ve ortaya ahenkli bir yapı çıkarması gerekiyor.

Son bir soru işareti de sakatlık konusu. Dwight Howard, Nisan ayında ağır bir bel operasyonu geçirdi. Hazırlık kampında iyi görünüyor ama ilerleyen zamanlarda neler olacağı bilinmez. Kobe bu yaz dizine herhangi bir işlem yaptırmadı ama geride bıraktığı 16 yıl boyunca yaptığı kilometre çok fazla. 38 yaşındaki Steve Nash’in bel ağrıları da her an geri dönebilir.

Ancak şu tartışmasız bir gerçek ki, “kağıt üzerindeki Lakers” için limit gökyüzünden bile yukarısı.