Selam herkese... Neredeyse bir yıldır yazı yazmamışım. İşler epey yoğun. Çok fırsat olmuyor. İyi maçları genelde sabah işe gitmeden izliyorum LP sayesinde. Akşamlarıysa bazen özetlere bakıyorum ama yazmaya pek fırsat olmuyor. Commitmentlarımın olduğu, ücretsiz yazdığım yerli/yabancı bazı siteler vardı ki oradaki arkadaşlara denk gelsem Atla Gel Şaban'da alacaklı esnafın önünden geçen Kemal Sunal gibi olurum.
Yılın en güzel dönemi geldi. NBA playoff'ları başlıyor ve kafayı yemeye saatler kaldı. Ama bahsetmezsem olmaz; Euroleague çeyrek finalleri gerçekten çok keyifli geçiyor. Avrupa basketbolunun sağdık fanlarından değilim. Burada oynanan oyun görece sönük ve sıkıcı geliyor. Ama Salı gününden beri aldığım keyfi anlatmam zor. ULEB'in takım ve maç sayısını azaltmaya çalışır, nicelikten ziyade niteliğe önem verirse, yetenekli oyuncularını daha A takım seviyesinde oynatamadan kaybeden Avrupa basketboluna bir nebze de olsa kalite getirebilir.
Avrupa'daki basketbolun gittiği yön:
Avrupa'daki basketbolun gittiği yön:
Hayatta her iş alanında olduğu gibi spor dallarında da belli dönemlerde işe yarayan, öncülerin deneyleriyle evrilen bazı trendler var. Başarılı olmak, iyi takımlar kurmak için rekabeti ve değişimi iyi takip etmeli, gidilen yönü iyi okumalısınız. Yoksa Efes Pilsen gibi muhteşem bir takımken, bir anda kendinizi konvoyun en gerilerinde kalmış, bir türlü traction kazanamayan bir halde bulmanız an meselesi.
Son dönemde Euroleague'de başarılı olan takımlara baktığınızda, sıradışı oyunculara sahip olmadan -ki bunlar tüm kıtada birkaç tane- başarılı olan takımlarda benzer bir takım trendler görüyorsunuz. Avrupa'nın üç sayı çizgilerini geriye çekip sahadaki çalışma alanını artırmasıyla doğru alan kullanımı her zamankinden daha önemli hale geldi. Şutör uzunların kazandığı paraların artmasına sağlayan bu yapıda başarılı olmanın tek yolu şutör oyuncuları yayın gerisine dizmek değil tabii. Artan facilitating sahası, bu potansiyeli daha iyi işleyebilmesi için sahadaki facilitator sayısının artmasını gerektirdi. Günümüz oyununda başarı için hızlı oynamalı, topun yönünü sürekli değiştirmeli, yüksek bir tempoda topu iç-dış ve güçlü taraf - zayıf taraf arasında çevirmelisiniz. Bu durum da sahada birden fazla guard ya da ortalama üstü ball-handler barındırma gereksinimini doğuruyor. Bu akımın Avrupa'daki ilk dönem uygulayıcılarından Oktay Mahmuti'nin Olympiacos'ta bench ısıtan Jamon Lucas Gordon'u alıp Euroleague'in en iyi combo guardlarından birine dönüştürmesinin ana etmenlerinden biri de bu.
Euroleague'de bu yıl iyi işler yapan takımlara baktığımızda da karşımıza çıkan en net ortak nokta, takımların sahada aynı anda birden fazla facilitator bulundurması. Real Madrid'in Llull ve Rodriguez aynı anda sahadayken çılgınca işler yapması, Olympiacos'un Spanoulis'in yanındaki adamların hiçbirine (Sloukas, Mantzaris, Law) bu görevi istediği gibi yaptıramaması, ilk iki maç sonunda aradaki skor ve tempo farkının baş faktörlerindendi.
Evindeki Final-Four için kan kokusu almış Kobe Bryant tutkusuyla oynayan EA Milano ise sahada bu adamlardan genelde üç tane bulunduruyor (mesela Real için de bu adam Rudy). Curtis Jerrells, Keith Langford ve Daniel Hackett, isolation oynama arzularına yenik düşmedikleri zaman hücumu öyle bir tempoya çıkarıyorlar ki nobran Milano seyircisi Premier League edası yaşatıyor izleyiciye. Yazı, en baştan beri alakasız yerlere gidiyor, bari şunu da ekleyeyim; Curtis Jerrells'ı direksiyona oturtmadığınızda, yüksek patlayıcılığıyla savunmaları yarması ve çembere drive ederek tıkanan hücumları açması için kullandığınızda çok önemli bir oyuncu oluyor. Mesela Fernabhçe Ülker'de ona yüklenen görev ve taraftarın beklentisi az önceki koşullardan ilkiydi. Hangi oyuncunun hangi yapıda nasıl oynayacağını doğru okumak şart. Yukarıdaki Efes örneğine Fener'i de ekledim.
Sahada bu kadar facilitator olması, topun çok hızlı dönmesini sağlarken, artık çoğu oyuncunun şutör olması da yarı sahada daha fazla alan oluşmasına ve boyalı bölgeye daha kolay penetre edilmesine olanak tanıyor. Artık savunmada en önemli şey topa önde baskı. Ondan sonraki element ise az önceki cümlede bahsettiğim örgünün sonucu olarak çember savunması. Bu da hızlı yön değiştirebilen ve dikey sıçraması iyi uzunların değerini artıyor. (Barac, Zoric, Semih... Canım siz doğru muhabeye!)
Şimdi geldik mi Bryant Dunston, Brent Petway, James Gist, Stephane Lasme, Shawn James, Marcus Slaughter gibi adamların bir anda neden önem kazandığına. Tek başına Alex Tyus'un iki maç sonunda Milano'ya verdiği hasarı gördünüz değil mi? Birkaç yıl önce bizdeki takımlardan birine gelse (hatta ne birkaçı, bu sezon başında bile gelse) burun kıvırır, hatta sinirlenirdik.
Şimdi bizim Efes, Laboral'in müdavimi olduğu için bu yaz da gider Tibor Pleiss'e dünyaca para verir diye korkuyorum. Tamam Pleiss iyi oyuncu ama 1) klasik Efes buyout'u etmez 2) Çok paranız varsa gidip Salah Mejri'yi alın.
Konu nereye geldi? Olympiakos, Panathinaikos, Maccabi, vs. gibi organizasyonların sürekli "çok kötü" takımlar kurarak her daim aynı yerlerde gezinmeleri tesadüf değil. Özetle: Günümüz Avrupa basketolunda en önemli üç faktör: 1- Sahada birden fazla guard barındırmak. 2- Çemberi savunabilmek. 3- Sahayı açmak.
Şimdi NBA playoff'u diye başlayıp da ben bu yazıyı niye yazdım? Çünkü sinirlendim! Bizim takımlar istikrarlı bir şekilde aynı hataları yapıyor ve oyunun gittiği yönle pek ilgilenmiyor. Ya da en azından öyle görünüyorlar! Çetin Yılmaz bu kulüpte ne iş yapıyor diye de sinirleneyim mi birden? :p
Uzun süren sessizliğimin ardından içimi döktüm ve NBA'e dönüyorum.
Playoff'lar üzerine birkaç (gerçekten birkaç) istatistik:
Playoff'lar üzerine birkaç (gerçekten birkaç) istatistik:
Batı müthiş, Doğu tıraş. Muhtemelen normal sezonun bitimine üç maç kala oynanan Phoenix - Memphis maçı (8. sıra için) Doğu'daki pek çok eşleşmeden daha iyi olacak. Batı'da ilk turda en heyecanla beklediğim eşleşmeler Clippers - Warriors ve Rockets - Trail Blazers.
GSW, Curry yıpranmasın diye Paul'u muhtemelen Thompson ile tutacaktır. SportsVU verilerine göre normal sezon maçlarında CP3, tozu dumana katmış ona karşı. Toplam 22 dakikalık karşılaşmalarında Chris Paul çembere 9 kere penetre etmiş ve 9/16 ile 28 sayı bulmuş. Ama işler diğer tarafta da çok farklı değil. Steph Curry de Darren Collison'un savunmasında 8 kere drive etmiş ve yüzde 75 ile üçlük atmış. Zaten kendisini en düşük yüzde de tutan isim olan Paul.'un savunmasında da yüzde 44 atmış!
Ligin en yüksek tempoda oyanayan altıncı ve yedinci takımlarını izleyeceğiz. Ligin en verimli hücumu karşısında ligin en verimli üçüncü savunması (Warriors bu, kafanız karışmasın. Tuhaf, evet.) var. Andrew Bogut'un olmaması zaten Clippers'a bakan ibreyi iyice o tarafa itiyor. Andre Iguodala ve Harrison Barnes'ın öne doğru adım atmaları şart. Maalesef canım Warriors'ım çok şans vermiyorum.
Ben bu yazıyı yazarken 7 saat kalmıştı ilk maça. Toronto seyircisini de merakla bekliyorum. Playoff'ta mutasyona uğrayıp bambaşka insanlara dönüşüyorlar. En son bıraktığımızda şöyleydiler.
Daha çok zaman ayırabilip, anlamlı analizlere ve güzel detaylara yer verebildiğim yazılarda görüşmek dileğiyle...
Herkese iyi playoff'lar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder